Yakın zamanda İngiliz edebiyat dünyasının önemli
isimlerinden Sir Peter Stothard, edebiyat blogları ve internette kitap
eleştirisi üzerine bir açıklama yaptı. Önce Notos'un Facebook sayfalarına
taşıdığı bu açıklama, Milliyet Sanat internet sayfası, Sabit Fikir web sitesi
ve benzeri pek çok online mecrada yer buldu.
Notosoloji Facebook sayfasından yaptığımız şu alıntı
açıklamanın özünü oluşturuyor:
"Gerekçesiz
yargılarla ve kanaatlerle dolu yığınla yorum eleştirmenleri boğduğunda, edebiyatın
da değeri düşecektir. İnternet üzerinde oldukça az sayıda özenli ve mantıklı
kanaat var. Eskisi gibi gerekçeli eleştiri artık basılı medyada yer bulamıyor.
Kitap ve gazete editörleri, artık her şey online olduğundan kitap eleştirisine
bu türden sayfalar ayırmak istemiyor. Gerekçesiz kanaatleri, eleştirinin önüne
koymak, edebiyata da zarar verecektir." (Çeviri Notosoloji)
Sabit Fikir'in daha geniş yer verdiği açıklamalarında:
"Edebi
eleştirinin iyiyi ve istikrarlıyı belirleyebilmesi ve bunun neden iyi olduğunu
açıklayabilmesi gerekir. Hiçbir
eleştirmenden son Ian Ranking kitabının neden iyi olup olmadığını açıklamasını
bekleyemezsiniz- onu bilen insanlar bu tip bir açıklamaya ihtiyaç duymazlar.
Eğer edebiyatı ve edebi dili devam ettirmek istiyorsak, yeniliklere karşı
dikkatli olmalıyız. Ayrıca, Howard Jacobson'ın dediği gibi; bu biraz tatsız
olabilir, okumaktan hoşlanmayabiliriz, ancak edebiyatın geleceği açısından
inanılmaz büyük bir önem teşkil ettiği de açıktır” diye devam ediyor Sir Stothard. (Çeviri Sabit Fikir)
Uzun yıllar The Times editörlüğünü yapmış olan Sir
Stothard, 2000'li yılların başından bu yana yine The Times'ın çıkardığı bir
kitap eki olan "The Times Literary
Supplement"in editörlüğünü sürdürmektedir. Antik Roma ve Yunan
tarihi üzerine özel ilgisi bulunan Sir Stothard İngiliz edebiyatı ve kitap
yayıncılığı alanında oldukça etkin bir isim.
Sir Stothard'ın yukarıda alıntıladığımız açıklamaları
neden yaptığı ve hedefinde ne olduğu bizim için çok önemli değil aslında. Onu
sadece ismen, literatür bilgisi üzerinden tanıdığımız/takip ettiğimiz için
toplam düşünce sistematiği üzerine zaten yorum yapamayız. Dahası İngiliz
edebiyat eleştirisi alanına (klasik basılı veya internet üzerinden yoğunlaşan
yeni) uzak olduğumuz oranda söyleyeceklerimizin ayakları hep havada kalacaktır.
Ki; bizzat o topraklardan pek çok (tanınan ya da tanınmayan) ismin Sir
Stothard'ın bu fikirlerine dönük eleştiriler kaleme aldıklarını, onu bu konuda
haksız bulduklarını ifade ettiklerini de biliyoruz. (Meraklısına not: Google
üzerinden yapacağınız kısa bir araştırma Stothard'ın bu konuda ne derece yalnız
kaldığını size gösterecektir. Pek çok blog yazarı ona bayrak açmış durumda. Ona
en yakın duran isimler bile sadece "kısmen haklılık payı
bulduklarını" açıklamaktan öteye gidemiyorlar. Haklı buldukları kısım ise
gazete ve dergilerde daha fazla edebiyat eleştirisine yer verilmesi gerekliliği
konusudur.) Kısacası; tartışmanın kaynağındaki gerici tutuma zaten, o dilde
yazan ve o topraklarda bulunan edebiyat severler tepki veriyorlar.
Ama kısaca anladığımızı aktarmak gerekirse; Sir
Stothard bize edebiyat eleştirisi işinin herkese açık olmadığını söylüyor. Kitap
eleştirisini sadece belli bazı isimler yapabilir ona göre. İnternetteki kalabalık "yorum-eleştiri"
bombardımanı, "gerçek eleştiriyi" boğuyor, engelliyor. Seçilmiş kişilerin önemli fikirleri,
"basit insanların" laf kalabalığı arasında kaynayıp gidiyor. Oysa
Stothard'a göre; iyi ve istikrarlı olan
edebiyatı gerçek bir eleştirmen belirler ve bunu ancak o açıklayabilir.
Kalabalıkların basit yorumları, gerçek eleştirmenlerin daha az ciddiye
alınmasına, daha az belirleyici olmasına sebep olur.
Sir Stothard interneti kapattıramayacağına ya da
internet üzerinden yorum/eleştiri yasağı getiremeyeceğine göre (aslında, Sabit
Fikir'deki haberin devamından öğrendiğimiz kadarı ile birinin çıkıp
"koruyuculuk" rolünü üstlenmesi gerektiğini de söylüyor) bu açıklama
ile amaçladığı tek şey var: Sesini duyurabildiği okura, edebiyat severe
"seçilmiş kişilerin dışındaki sesleri umursama, tek ve gerçek eleştiri
benim ve benim gibilerin yaptığıdır" diyebilmek. İşgal ettiği konumu ve
isminin ağırlığını kullanarak sınırları belirlemeye, kimin ne yapıp
yapamayacağına dair ahkam kesmeye çalışıyor. Buram buram seçkincilik... Buram
buram gericilik...
Benim derdim ise; bu gerici/tutucu argümanları
"anlamlı" bir tartışmaymış gibi bizim gündemimize almaya çalışan
Notos, Sabit Fikir gibi mecralar ile. Evet, lafı hiç dolandırmadan meramımı da aktarmış
oldum böylece.
Edebiyat eleştirisini seçkin bir azınlığın hakkıymış
ve diğerlerinin bu azınlığın üretimlerine biat etmeleri zorunluymuş gibi
davranan İngiliz Sir Stothard; bizim topraklarımızda da içten içe yeşeren bu
gericiliğin "sesi" mi yapılmaya çalışılıyor?
Sadece internet sitelerinde değil, edebiyat
çevrelerinde de yer yer tartışmaların odağında olan konu benim açımdan açıkça
"eski ile yeni"nin, "gerici ile ilerici"nin çatıştığı bir
alan.
Üretim araç ve biçimlerinin geliştiği/değiştiği;
teknolojinin durmaksızın toplum yaşamını etkilediği/yönlendirdiği; toplumsal
formasyonun gün be gün farklılaştığı günümüzde her şey gibi edebiyat üretimi
de, algısı da, üreticisi de, okuyucusu da değişiyor. Bu değişim sürerken
"edebiyat eleştirisi" alanının "değişmemesini" istemek
"gericilik" değilse, ne ile açıklanabilir?
Bir işe uzun yıllarını veren, hatta yıllarını değil
tüm hayatını vakfeden edebiyatçıların bu "tutuculuğunu" bir noktaya
kadar anlayabiliyorum.
Gerçekten de bir çok "eski tüfek" (örneğin Semih
Gümüş gibi değerli edebiyatçılar); özellikle edebiyatçı/gazeteci/yazar olmanın
soruşturmalarla/davalarla uğraşmak, aç kalmak, işsiz kalmak anlamına geldiği
'60'lar, '70'ler, '80'ler ve hatta '90'lar boyunca çizgilerini korudular. Tüm
yaşamlarını edebiyata adadılar. Edebiyatın gelişimi, bilinçli bir okur
kitlesinin oluşumu ve literatürün belli bir yapısallığa kavuşması adına önemli
işler yaptılar.
'90'ların sonları, 2000'li yıllar ise; bu "eski
tüfeklerin" (ve onların yanında yöresinde ilerleyerek sofrada yer tutan
bazı yeni isimlerin) görece rahata eriştikleri, saygı gördükleri, tv-radyo
programları yapmaya başladıkları ve para kazanmaya başladıkları dönem oldu.
Otorite oluşlarının kabulü ve eriştikleri rahat konum elbette uzun yıllar
çektikleri sıkıntının bir ürünüdür. Sonuna kadar hak ettikleri bir refah
dönemidir. Ne otorite oluşlarını, ne de alın terleri ile oluşturdukları
mevzileri olumsuz eleştirmem. Ama iş bu mevzileri tek ve tartışılmaz gibi lanse
etmeye; edebiyatın (ve onun özel bir alanı olarak edebiyat eleştirisinin)
sadece seçkin bir kesimin anlayacağı/üretebileceği bir alan olduğu yanılgısını
yaymaya geldiğinde de sessiz kalamam.
Ne edebiyat üretimi hakkı, ne de üretilmiş edebiyat
ürünleri üzerine söz söyleme hakkı tekelci bir bakış açısıyla
sınırlandırılamaz. Toplumsal yaşamın içinde üretken her birey; kendi yaşam
koşulları/üretimi/algısı/iç dünyası vb. faktörler etkisinde edebiyat üretmek ya
da ona sunulan edebiyat ürünleri hakkında yorum/eleştiri yapmak hakkına
sahiptir.
Bu geçmişte de böyle idi. Ki; "eski
tüfekler" diye andığımız ve bugün edebiyatın duayenleri olan isimler tam
da bu hakları için ömürleri boyu uğraştıklarından, mücadele ettiklerinden bugün
bu konumdalar. Büyük şansızlıkları geçmişte; bugünün gençlerinin sahip olduğu
teknolojik imkanlara ve görece daha rahat yasal/ekonomik koşullara sahip
olmamaktı. Yayıncı sayısının bile onlarla ifade edildiği; çeviri/telif az
sayıda eserin yayınlandığı; okur havuzunun sınırlı olduğu ve toplumsal
kuşatmanın yoğun olduğu yıllarda edebiyat üretimine girişmek zorlu bir karardı.
Bugün ise bir bilgisayar ve internet bağlantısına sahip olmak sizi
"yayıncı" haline getirebiliyor.
İnternet yayıncılığının yaygınlaştığı, kendine has
biçimler geliştirdiği ve ciddi anlamda etkili olmaya başladığı bir dönemden
geçiyoruz. Her yeni başlangıç, her doğum sancılıdır. İnternet yayıncılığı bir
kaç yılla sınırlı geçmişine rağmen hala başlangıç evresindedir. Bazı alanlarda
sıkıntı ve sancıların yaşandığı/yaşanacağı açıktır.
Ancak klasik edebiyat eleştirisinin (dergiler, kitap
ekleri ve kitaplar yoluyla ilerleyen) karşısında hem hız, hem içerik, hem de
nicelik açısından ciddi avantajlara sahip bir mecradan söz ediyoruz. Ayda bir yayınlanan
bir edebiyat dergisi ya da haftada bir çıkan kitap ekine karşılık; her gün
internet sayfalarına düşen binlerce kitap yorum/eleştiri/tanıtım yazısı...
Takip etmenin bile neredeyse imkansız olduğu bir yayın akışı...
İşte Sir Stothard'ın şikayeti burada yükseliyor. O;
tüm birikimine, yıllara dayanan çalışmasına rağmen yılda ancak 20-30 kitabı
ciddi anlamda okuyup ele alabiliyorken; internette onun ele aldıkları dahil
binlerce hatta on binlerce kitap hakkında yüz binlerce yorum/eleştiri
yayınlanıyor. Böylece internet takipçisi bir okur için Stothard gibi klasik
eleştirmenlerin seçici algısının yanı sıra, "kalabalığın" "ortak
bilinci" ile oluşan bir beğeni algısına da göz atma olasılığı doğuyor.
Stothard'ın önemsediği 20-30 kitap ve yazarları, internet kalabalığının önem
verdiği başka başka kitap ve yazarlar arasında kaynayıp gidiyor. Ya da daha da
kötüsü; Stothard'ın beğenerek önerdiği bir roman, internette yoğun bir kötü
eleştiri cereyanına kapılıyor. Sonuç; avamın gürültüsü, Sir Stothard'ın seçkin
fikirlerini boğuyor!
Evet durum tam da budur. Klasik eleştiri geleneğinin
yanı sıra, internet vasıtası ile oluşan "basit insanların" kitlesel
fikir beyanı furyası... Kendisine pek yerinde olarak "Sir" ünvanı
verilmiş olan Stothard için bu incitici olmalı. Stothard özene bezene seçtiği
bir kitap için, bir kaç ay uğraşıp didinip bir makale yayınlayacak ama birileri
internette çıkıp o kitap için "beğenmedim", "sıkıcı",
"kurgusunda sıkıntı var" vb. vb. diyecek... İngilizin tahayyülünde
bunun yaratacağı tahribat korkunç olmalı.
Ama alışacak. Stothard da, onun gibi düşünen yerli
"Sir"lerimiz de alışacaklar. Onların "yoz beğeni" diye
küçümsedikleri "kalabalıkların ortak bilinci" alan bulduğu her yerde
gelişecek. Tek tek "beğendimler-beğenmedim"ler çoğalacak ve belki
bazen gerçekten de haksızca Stothardların önemli laflarının önüne geçecekler.
Ama buna razı olmak zorundayız. Bu hem sadece edebiyatın kitleselleşmesi ve
gelişimi için elzem değil; toplumsal özgürlük bilincinin ve demokrasi/eşitlik
inancının da gelişimi için önemlidir.
"Gerekçesiz kanaat" diye küçümsenen kişisel
beğenilerden oluşan bir "yorum bulutunun" basılı edebiyat
eleştirisi/tanıtımını engelleyeceği-sınırlayacağı ve dolayısıyla edebiyatın
zarar göreceği korkusunu da bir noktaya kadar anlarım. Ama bu korkunun
yersizliğini de göstermek isterim. İnternetin hayatımıza bu denli girdiği son
yıllarda ne gazete satışlarında, ne de kitap satışlarında önemli düşüşler
yaşanıyor. Tersine basılan ve satılan kitap sayısı artıyor. Endüstriyel
yayıncılığın da (ki bu da başlı başına ayrı bir tartışma konusudur) gelişimi
ile "basılı" edebiyat, "online" alana mağlup olmuyor.
Aksine "online" olanı kullanarak kendine yeni gelişim alanları
yaratıyor. Eleştiri alanı için de bu böyle.
Ki; bu anlamda bugün ismi pek çokları tarafından
bilinen "eski tüfeklerin" bu bilinirliğinin ardında
"online" mecraların da küçümsenmeyecek etkisi vardır. Hadi daha açık
söyleyelim; geçmişte küçük bir azınlığın bildiği pek çok edebiyatçı-eleştirmen
son yıllarda internet sayesinde bilinir olmuştur. Kısacası, aslında bir ironi
olarak bazılarının korumak istedikleri mevzileri, aslında korumaya çalıştıkları
"düşman" sayesinde tahkim edilmiş durumdadır. Örneğin Sir Stothard;
internet olmasa bırakın bu tartışmalara öncü olmayı, Türkiye'de bir kaç on kişi
dışında bilinemezdi bile...
Stothard'ın yarattığı bu "paradoks";
tartışmayı Facebook ve bazı bloglar aracılığı ile "tarafsızca"
gündeme taşıyan dostlarımızı da sarmış durumda. Evet Notos konuyu
"tarafsızca" tartışmaya açmış. Aslında "taraf" olması,
Stothard'a "karşı" çıkması gerekirken. Aynı şekilde Sabit Fikir (Türkiye'nin
en büyük kitap satış mecralarından yani kitap eleştirisi/tanıtımı ile dolaysız
çıkar ilişkisinde olan İdefix'in sitesidir/yayınıdır) gibi bazı başka mecralar da
"tarafsızlıklarını" korumuşlar haberi verirken.
Çoğunuz karşı çıkacak belki ama benim kızdığım işte bu
"tarafsızlık" tutumudur. Çünkü böyle bir konuda "otorite"
olmak iddiasında olan birilerinin (ya da çıkar gözeten taraf olan birilerinin)
kalem oynattığı yayınların/mecraların "tarafsızlığı" söz konusu
olamaz. Onların bu konudaki tarafsızlığı, aslında utangaç Stothard
destekçiliğidir.
Daha açık söyleyeyim "eleştiri seçkinciliği"
konusunda Semih Gümüş tarafsız olamaz. Suskun kalabilir, bu konuyu görmezden
gelebilir. Ama konuyu kendi yayın mecralarına taşıyıp "tarafsızmış"
gibi yapamaz. Çünkü klasik eleştiri alanının etkin bir temsilcisi olarak
"tarafsızlığı"; açıkça "konu bu hali ile tartışılsın, gündeme
girsin" isteğinin belirtecidir. Oysa demokratik ve katılımcı kimliği ile
tanıdığımız Semih Gümüş, bu tartışmaya girecekse açıkça seçkinci tutuma karşı
durarak girebilmelidir.
Sayın Gümüş'e son dönem yönelen başka eleştiriler de,
ona dönük eleştirime benzeri referanslar veriyor. Yakın zamanda bir kaç ayrı kalemin
dile getirdiği (Hüseyin Çukur ve Murat Akgöz'ün eleştirileri buna örnektir) "Yaratıcı yazarlık üzerine
değerlendirmeleri" ve ön ayak olduğu (katılımcı ücretinin kişi başı 800-900 TL. yi bulduğu) "yaratıcı
yazarlık eğitimleri furyası" üzerinden yükselen eleştiriler, sayın
Gümüş'ün en azında dışarıya verdiği görüntü hakkında bize bazı başka ipuçları
sunuyor.
Sadece sayın Semih Gümüş değil (ve hatta o bu konuda
belki en anlaşılabilir isimdir) pek çok başka "eleştirmen" -
"yazar" vb. edebiyatçı dostumuz da "otorite" oluşlarını,
"birikim ve deneyimlerini" tescil etme (ve daha da kötüsü bunu hemen paraya
çevirme) telaşı içindeler. Bunun son dönem en yaygın iki biçimi "yaratıcı
yazarlık eğitmenliği" (burada yazarlık kısmına senaryo, öykü, şiir vb. eklenebilir)
ve "kitabınızı bana getirin düzeltip yayınlanmasını sağlayayım editörlüğü"
dür.
Edebiyat alanında üretimler yapıp geçimini buradan
sağlayan tüm edebiyat emekçilerini (yazar, çevirmen, çizer, grafiker, matbaa
ustası vb. vb.) saygı ile anıyorum burada. Sorunum edebiyattan para kazanmak
ile ilgili değil. Sorunum bunun yöntemi ile ilgilidir. Dahası yıllarca bu tür
şeylerin aksini savunan (Semih Gümüş başta olmak üzere pek çok eleştirmenimiz
"ticari yayıncılığa karşı" ekollerden gelmektedir) isimlerin bugün
girdikleri angajman üzücüdür. Bu angajman ister istemez edebiyat alanında korumacı/seçkinci
bir tarzı doğurabilir.
Bunu daha detaylı olarak başka zaman tartışmak üzere,
sadece bir referans alarak konumuza geri dönelim.
Bugün kitap eleştirisi/tanıtımı işi geçmişteki gibi
"parasız" ve "sıkıntılara rağmen yapılan" yapılan bir iş
değildir. Gazetelere dergilere ilan/reklam kazandıran, yazarına isim/itibar
getiren "seçkinlere has" bir iştir. Sadece isim/itibar getirmekle de
kalmaz. Çok kısa yoldan yazar olmanızı sağlayacak ilişkiler ağına dahil
olmanızı sağladığı gibi, size ciddi paralar da kazandırabilir.
İş bu minvale geldiğinde; eleştiri/tanıtım işinde anonim/bağımsız
(çıkar, reklam, tanıtım ve para ilişkilerinden bağımsız) eleştiri mecralarının
rakip olması fikri bazılarını endişeye düşürebiliyor. Nihayetinde rakip
gördükleri mecra kuvvetlendikçe ellerinde tuttukları ün, imkan ve para kazanma
olasılığı zayıflamakta. Ya da onlar öyle sanmaktalar. Çünkü aslında,
istikrarlı-ciddi yazı/eleştiri faaliyeti asla önemini yitirmez. Kendine yeni
alanlar da yaratarak ilerler...
Gelişimden ve yeni olandan korkanlar aslında zayıf
olanlardır. Ve onlara bu gelişimin engellenemez olduğunu bildirmem gerekiyor.
İnternet bu derece hayatımıza nüfuz ettikten, "kişisel yayıncılık" ve
"kişisel beğeni" alanında nice imkanlar sunmuşken bu dönüşüm durdurulamaz.
İnternet yayıncılığı pek çok yeni biçim ve araçla güçlenerek devam edecek.
Mikro düzeyde oluşan üretimler ya da üretimlere dönük eleştiri/yorumlar
birbirine eklemlenerek çığ gibi çoğalacak. Gerek yayıncılık, gerek
eleştiri/yorum bu mecrada kendine has kurallarla büyüyecek.
Uğur Y.
Temel sorun galiba "Edebiyat-Okur ilişkisi"nin "Edebiyat ve yeni bir okur tipinin ilşkisi"ne dönüşmüş olmasında.. ki zaten bu "yeniokur", edebiyatı kaynaklarında değil "piyasa"da izlemektedir.. gittikçe müşteridir..daha trajik olan, edebiyatın da buna cevap vererek müşteri memnuniyetiyle şekillenmesidir.. dolayısıyla artık eleştiri, "kitabın piyasasını" daraltıp markayı değersizleştireceği için önemlidir. Bu kadar önemli olması ise artık acıdan başka nedir..
YanıtlaSilibrahimmet@gmail.com
Anlayana sivrisinek vızıltısı bile fazla gelir dense de, davul zurna ile aktarmaya kalkıldığında bile, çoğuna vızıltı gelecek bir konuda derlediğiniz yazıdan çıkarılması gereken dersler var. Umarım, 'Kendin yaz, kendin oku' çizgisini aşar. Aynı duygu ile Facebook hesabımda da izninizle paylaşmak isterim.
YanıtlaSilElbette paylaşabilirsiniz Ercüment Bey. Sizin vasıtanızla blog yazılarımızın sadece kaynak belirtilmesi şartı ile istenildiği şekilde kullanılabileceği bilgisini de vermiş olalım. Ayrıca başka bir bilgi; çağın gereği Facebook ve Twitter mecralarında da varız kısa bir süredir. Bizi oralarda da izleyebilir dileyen okurlarımız.
YanıtlaSilUğur Y.
Teşekkür ederim:)
SilSabit Fikir'de okuduğum bu tartışma hakkında kimseden ses çıkmamasına üzülmüştüm.Tesadüfen bulduğum,sizin bu açıklayıcı ve yerinde yorumunuz beni çok mutlu etti.Edebiyat dergilerinin ve eleştirmenlerin tarafsız kalması konusunda hayal kırıklığı yaşadım.Ama o kadar mükemmel bir yorum yapmışsınız ki;bunu okuyan herksesin olaya bir de okur açısından bakmasını sağlamışsınız.Bu güzel ve içeriği oldukça öğretici yazınız için teşekkürler.
YanıtlaSil