Dini içerikli çocuk kitapları çığ
gibi artıyor. Daha birkaç yıl önce bunu, özellikle ülkenin belli başlı kitap
fuarlarını gezdiğinizde çıplak gözle izleyebiliyordunuz. 1 ya da 2 liraya
satılan, çamur baskılı, kitaptan çok broşüre benzeyen, inanılmaz kötü desenli
eserler. Kitap isimleri adeta
bağırıyordu: Bizim Evde Ramazan, Canım
Peygamberim, Namaz Çiçekleri …
Bugün dini içerikli çocuk kitapları
hâlâ çığ gibi artıyor. Ama artık çıplak gözle, dinsel propaganda yapan bir
çocuk kitabını diğerlerinden ayırt etmek o kadar kolay değil. Kitapların
biçimi, yayınevlerinin çehresi değişti. Kağıt-baskı kalitesinden grafik tasarıma,
konu yelpazesinden kapak illüstrasyonuna bambaşka kitaplar söz konusu artık. Ve
bu bambaşka kitaplar aslında ilk bakışta basbayağı Can Çocuk, Tudem, Günışığı
Kitaplığı, Yapı Kredi Çocuk, İş Bankası Kültür Yayınları, Doğan Egmont vb. gibi bilinen yayınevlerinin kitaplarına
benziyorlar. Onların da albenili kapakları, editöründen yayına hazırlayanına kadar
her türlü bilginin yer aldığı künyeleri, cicili bicili resimleri ve “Rahat
Bırakın Beni”, “Liseli Kızlar” ya da “Uzay Çocuğu” gibi modern tınıyan isimleri
var. Ana-baba için ayrı, öğretmen için ayrı hazırlanan kataloglar, profesyonel
web sayfaları da cabası. Can Çocuk, kitaplarının güvenilirliğini “bu kitap Davranış Bilimleri
Enstitüsü'nün Çocuk ve Genç Danışmanlık Merkezi tarafından çocuk ruh sağlığı ve
gelişimi açısından uygun bulunmuştur” ibaresiyle tescil etmeye çalışıyorsa,
onların da “Çocuklar kitap okuyacağım
diye ruh sağlıklarını bozmasın, ruhen kirlenmesin diye gösterilen hassasiyet
takdire şayan… Sadece çocuk kitaplarında değil, gençlere hitap eden kitaplarda
da aynı dikkatle çalışan ekip ruhunu görmüş olmaktan mutluluk duyuyorum” diyen
uzman pedagogları ya da “Her sınıfa özel,
etkinlikli, kişisel gelişimi destekleyici, doğru ve başarılı birey olmayı hedefleyen,
duygu ve düşünce zenginliği kazandıran, çocukları ve gençleri doğru
yöntemlerle, doğru hedeflere ulaştırmayı amaçlayan ve bütün bunları yaparken de
eğlenceli üslubundan vazgeçmeyen bu kitapları herkese tavsiye ediyorum,”
diyen koskoca profesörleri var. Açın
Günışığı Kitaplığı’nın ya da Tudem’in ya da Can Çocuk’un kataloğunu ve onu
Nesil, Çilek, ya da Timaş Yayınları kataloğu ile yan yana koyun. Biçimsel
mantığın birbiriyle örtüştüğünü göreceksiniz:
“Sayfaları; yaş grupları, sınıflar, dersler ve işlenen temalar ışığında
planladık. Her bir kitabın kaç yaş ve hangi sınıf için olduğunu, hangi
derslerde kullanılabileceğini ve hangi temaları içerdiğini tek tek yazdık.
Böylece siz değerli öğretmenler ve anne-babalar aradığınızı rahatlıkla
bulabileceksiniz.”( Nesil Çocuk, Katalog tanıtım yazısı)
“(…) tanıtılan her yeni kitabın; künyesi, konu özeti, yayımlanacağı ay,
baskı bilgileri, yazar, editör, çevirmen ve illüstratör bilgilerinin yanı sıra
önerildiği sınıflar, resmi ders programıyla ilişkilendirilmiş ana ve yan
temaları bulunuyor. Anasınıflarından lise sınıflarına kadar her seviye için
öneri kitaplardan oluşan “Sınıf Listeleri”ne geniş yer veriliyor,” (Günışığı Kitaplığı, Katalog tanıtım yazısı)
Kataloglarda yer alan
kitapların tanıtım yazılarını okuduğunuzda da hemen farkı anlayamıyorsunuz:
“Kıpır kıpır, capcanlı, heyecanlı, tam da gençlere yaraşır bir roman…
Okul dershane, aile, ev, dersler, ödevler, sınavlar… Her gün ne yapmamız, nasıl
davranmamız gerektiğini söyleyen yetişkinler. Başbelası sivilceler, modası
geçen kıyafetler. Yine de ‘genç olmak’ hem zor hem de çok zevkli…”
Yukarıdaki sözlerle tanıtılan Çılgın Kızlar Kantini adlı genç roman
(katalogta 11+ diye öneriliyor) sizce hangi yayınevine ait olabilir? Doğan
Egmont mu? Tudem mi? Can Çocuk mu?
Hayır, Timaş’ın. Yazarı da
Fatma Pekşen. Onu biraz daha yakından tanımak için sözü Önce Vatan Gazetesi köşe yazarı Oğuz Çetinoğlu’na bırakalım: “Anadolu’muzun güzide edîbelerinden FATMA
PEKŞEN, zengin iç dünyasından derlediği, millî-mânevî değerlerimizle
tatlandırıp râyihâlandırdığı duygu ve düşüncelerini okuyucuları ile paylaşıyor:
Türk-İslam kültürüne bağı henüz yeterli sağlamlığa ulaşmamış veya,
kültürsüzleştirme gayretleri ile kopma noktasına getirilmiş gençlerin okuması
gereken zümrüt değerinde notlar…”
Şaşırdınız mı? Biz şaşırdık
doğrusu. Ama aslında ortada öyle aman aman şaşılacak bir durum yok. Her şey
gayet mantıklı, gayet basit. Yayıncılık koskoca bir sektör, çocuk ve gençlik
kitapları da o sektörün kaymağı haline geldiğinden beri dinsel gericiliğinin
bayraktarlığını yapan yayınevleri hızlı bir değişim içinde. Her şeyden önce profesyonelleşiyorlar ve
bunu diğer yayınevlerinin çoğunun sahip olmadığı ekonomik ve siyasal imkânlarla,
desteklerle, imtiyazlarla yapıyorlar.
Profesyonelleşme demek işi
kurallarına göre oynamak, biçimsel gerekleri yerine getirmek demektir. Yalnızca
baskı-kağıt kalitesi değil, çağdaş çocuk kitaplarında aranan tüm özelliklere
(cümle uzunluğu, satır aralığı, punto büyüklüğü, resim-metin dengesi) mümkün
olduğunca uymak, en modern pazarlama stratejileriyle rekabet etmek demektir.
N’apalım, serbest piyasa böyle
bir şey diyebiliriz. Avrupa öyle diyor, mesela. Orada da dini içerikli çocuk
kitapları basan yayınevleri var ve onlar da piyasa kurallarına uyum sağlamış
durumdalar. Ama arada önemli bir, hayır iki, hatta üç fark var.
Birincisi, Avrupa’da dinsel
içerikli çocuk ve gençlik kitapları basan yayınevleri siyasal ve ekonomik
imtiyazlara sahip değiller ve toplumu “dindarlaştırma” politikasının bir
parçası olarak iktidar tarafından desteklenmiyorlar. Kısacası bu tür kitapları
yayınlayan yayıncıların oldukça tanımlı olduğu kadar, oldukça da dar bir hedef
kitlesi var: Toplumun aşırı muhafazakâr, dindar kesimi.
İkincisi, Avrupa’da okuma
kişisel özgürlükler alanına giriyor ve çocuk ile gençler söz konusu olduğunda okulların
ya da milli eğitimin bu alan üzerinde bir hâkimiyeti yok. Sınıf ya da okul
bazında zorunlu olarak okutulan eserler, yalnızca bu işi (yani edebiyat eğitim
kiti) yapan ve titiz bir şekilde
denetlenen, düşük kâr marjlarıyla çalışan yayınevleri tarafından temin
edilebiliyor. Yani bir okulda belli bir yazarın belli bir eseri okutuluyorsa bu
kitap sınıfça ticari bir yayınevinden satın alınmıyor. Öğretmen aynı eseri
eğitim kiti olarak yayınlayan özel bir yayınevinden temin ediyor ve kiti
fotokopiyle öğrencileri için çoğaltma hakkına sahip oluyor. Ticari yayınevlerinin
okullara toplu kitap satışı yapması ya yasak ya da çok sıkı kurallara tabi.
Üçüncüsü, Avrupa’da istenen
düzeyde olmasa da hem yetişkinlere (yani çocuk kitaplarının asıl alıcılarına)
hem de doğrudan çocuğa seslenen güvenilir çocuk ve gençlik kitapları eleştirileri
yapan dergiler, yayınlar, platformlar var. Bununla bağlantılı olarak da çocuk
kitaplarını yalnızca biçimsel nitelikleriyle değil, ondan çok daha önemlisi
edebi, bilimsel ve estetik nitelikleriyle değerlendiren bir toplumsal bilinçten
bahsedilebilir.
Ne yazık ki Türkiye’deki tablo
çok farklı. Özgür seçme hakkına, demek
oluyor ki seçeneklere sahip bir çocuğun eline gerici, cinsiyetçi,
anti-demokratik, ayrımcı, çağdışı mesajlarla dolu bir kitabın geçmesi koşulunda
bundan bireysel olarak nasıl etkileneceğini tartışmak bir şeydir. Seçeneklerden
yoksun bırakıldığı için özgür seçme hakkından da yoksun bırakılan koca bir
kuşağın sistematik olarak gerici, anti-demokratik, ayrımcı, cinsiyetçi, çağdışı
mesajlarla dolu kitaplarla kuşatılması durumunda bundan toplumun nasıl
etkileneceğini tartışmak başka bir şeydir.
Ve ikinci durumu tartışmanın
zamanı geldi de geçiyor bile. Çünkü gelinen noktada bağıra çağıra ya da gizli
kapaklı din propagandası yapan çocuk kitaplarını eser bazında ele almak, ne
kadar edebiyat dışı, ne kadar akla ziyan ve yerine göre senin ya da benim çocuğum için zararlı olduğuna işaret etmenin fazlaca bir anlamı yok. Alanın
içinde ve demokratik kanatta yer alan yayıncılar, yazarlar, editörler vb. bunu
biliyor zaten. Keza alanı takip eden bilinçli anne babalar, eğitimciler,
kütüphaneciler, kitapçılar da öyle. Ama bu “bilenler” grubu gerçekte yalnızca
bir avuç.
Bilmeyen ya da bilgisi
“nitelikli bir çocuk kitabını belli biçimsel kriterlerden değerlendirerek
tanımak”la sınırlı olan asıl kalabalığı ne yapacağız? Yani çocuğuna, severek
okuyacağı eğlenceli bir kitap ararken, Fatma Pekşen’in Çılgın Kızlar Kantini’ne
rastlayan anne-babaları; öğrencileri için en uygun kitapları belirlemeye
çalışırken, Nesil Çocuk’un kataloğuna ve orada yer alan “uzman” görüşlerine
(çocuk ergen terapisti, uzman pedagog, hatta profesör bile var) rastlayan
öğretmenleri; fuarda sınırlı harçlığıyla dolaşırken, rengarenk kapaklı, sevimli
çizimli, Oruç Tuttum Sevinçten Uçtum ya
da Süper Güçlerim Olsa Allah’ı Görebilir
Miyim? gibi eğlenceli (!!!) kitapların (ve nispeten ucuz fiyatlarının) cazibesine
kapılan çocukları? Bilinçli olarak bu kitapları seçen, yayan, dayatan öğretmen ve anne babalardan hiç bahsetmiyoruz bile.
Biz işimizi yapacağız, yani yukarda
tarif edilen kalabalıkları gerçekten çağdaş, gerçekten edebi, gerçekten bilimsel
çocuk ve gençlik kitaplarıyla buluşturacağız denebilir. Bu demektir ki
bildiğimiz ilkeler doğrultusunda yayıncılık yapmaya devam edeceğiz ve
yayınladığımız kitapları en etkili pazarlama ve tanıtım stratejileriyle hedef
kitlemize ulaştıracağız.
Peki, çocuk ve gençlik
kitapları alanında faaliyet gösteren yayınevlerinin en etkili, en gözde pazarlama ve tanıtım
stratejileri ne bugün?
1)
Basılı
ve dijital medyada ilan vermek. Yani açık reklam.
2)
Basılı
ve dijital medyada tanıtım ya da sözde eleştiri yazılarının yer almasını sağlamak.
Yani gizli reklam. (Bu yazıların maddi-manevi çıkar ilişkileri üzerinden, hatta
kimi zaman resmen “ücret” karşılığında yazdırıldığını söylemeye gerek var mı?)
3)
Okul,
özellikle de özel okul satışları. Yani belli kitapların belli okullar
tarafından sınıf düzeyinde okutulmasını sağlamak. Çocuk ve gençlik yayıncılığı
piyasasında bu “okuma listesine kitap sokmak” diye adlandırılıyor ve yine
öğretmenlerle kurulan özel ilişkiler üzerinden (bu ilişkilerin menfaatten uzak olduğunu
kim garanti edebilir?) sağlanıyor.
Dürüst olmak gerekirse, bu
ülkenin gidişatını izleyen, politikayla az-çok ilgilenen herkes öngörebilirdi.
Tıpkı piyasanın kurallarını hepimizden çabuk öğrenen bu yayınevlerinin medyayla
ve milli eğitimle zaten var olan bağlarını ilerde daha da güçlendireceklerini
ve çok daha pervasız kullanacaklarını öngörebileceğimiz gibi.
Bir gün medyada onların
kitaplarının ilanlarını göreceğiz, onların kitaplarına övgüler dizen tanıtım
yazılarını okuyacağız. Bir gün okulların zorunlu okuma listelerinde onların
kitapları yer alacak. Öğretmenler onların etkinliklerine gidecek, onların “uzmanlarını”
dinleyecek.
Hatta o “bir gün” belki de
bugün. Üstelik bunun yarını da var. Yarın artık medyada bizim kitaplarımızın ilanları yer almayacak, kimse
kitaplarımıza övgüler dizmeye cesaret edemeyecek ve okullarda kitaplarımız
artık tek bir listeye girebilecek: “Sakıncalı kitaplar listesi”.
Çok mu abarttık. Belki. Belki
de değil. İşin asıl kötüsü, o gün söyleyebilecek bir sözümüz olmayacak. Dün
bizim kitaplarımızı övenler yarın onlarınkini överse menfaat ilişkilerinden mi
bahsedeceğiz? Dün bizim kitaplarımızı içeren zorunlu okuma listeleri çok aydın,
çok demokrat öğretmenlerin marifetiyken, onların kitaplarının yer aldığı zorunlu okuma
listelerin ne kadar ideolojik, ne kadar yanlı ve anti-demokratik olduğunu mu
anlatacağız?
Diyelim ve umalım ki o gün hiç
gelmeyecek. Diyelim ki çocuk ve gençlik yayıncılığı alanında dini gericilik diye
bir tehdit yok ya da asla yukarıda abartıldığı güce kavuşamayacak. Öyle olsa
bile kendimize dönüp bakmanın zamanı gelmedi mi? Kabul, çocuk ve gençlik
yayıncılığı da ticari bir faaliyet. Ama buzdolabı satmıyoruz. Yani piyasa
koşullarına rağmen, hatta piyasa koşullarına karşı kararlılıkla savunmamız gereken, herkesin birleşebileceği bazı demokratik değerler, ilkeler var.
1)
Okuma
kültürü toplumsal bir ihtiyaç, okumanın kendisiyse kişisel bir özgürlük alanı. Hem
çocuk ve gençlik kitaplarında özgür seçimleri savunmak, hem de okullarda,
sınıflarda belli kitapların ödev vb. adı altında zorunlu olarak, toplu halde
okutulmasını meşru görmek olmaz. Bunlar birbiriyle bağdaşmaz. Özgür, demokratik
bir ülkede çocuk ve gençlerin hangi kitapları okuyacağını, daima ideolojik bir
içerik taşıyan milli eğitim ya da ona bağlı öğretmenler belirlemez,
belirleyemez. Ticari yayınevleri okullarda sınıf ya da tüm okul bazında
satışlar yapmaz, yapamaz. Bu, okullara (evrensel insan haklarıyla çelişmeyen)
her türlü kitabın girmesine engel değil. Aksine en zengin seçeneklere sahip
olması gereken ve çocuklara kitaplar arasında özgür seçim yapmayı olanaklı
kılan okul kütüphaneleri bunun için var.
2)
Öğretmenlerin,
okulun görevi (ki bu da bir devlet politikasıdır, ama tümüyle meşru, hatta
gerekli ve özlenendir) kitap okumayı
sevdirmek, yani çocuğu her fırsatta okumaya, yeni kitaplar, yeni yazarlar
keşfetmeye teşvik etmekle ve öğrencilere sorgulayıcı okuma ve metin çözümleme
yöntemlerini kazandırmakla sınırlıdır. Yani öğretmen şu ya da bu yazarı, şu ya
da bu eseri okutan kişi değildir, okunan tüm yazar ve eserlerin eleştirel bir
gözle, sorgulayıcı ve çözümleyici bir tavırla ve edebi kriterler çerçevesinde ele
alınmasını sağlayan kişidir. Belli yazar ve eserler okulda/derste dünya ya da
ülke edebiyatı tarihi içerisinde oynadıkları rolle değerlendirilirler. Bunun
ötesinde pazarlanmazlar.
3)
Çocuk
belli bir yaşa kadar kendi kitabını alma dolayısıyla da seçme olanağına sahip değil.
Ticari bir kurum olan, dolayısıyla kitaplarını satmak zorunda olan
yayınevlerinin bu gerçeği özgür seçim ilkesiyle bağdaştırabilmelerinin tek yolu
kitapçı satışıdır. Çocuklar için özgür seçim hakkını savunmak esas olarak
anne-baba için özgür seçim hakkını savunmak demektir. Her anne baba (teyze, komşu,
arkadaş) kendi çocuğu için istediği, uygun gördüğü kitabı alma ve seçme hakkına
sahip olmalıdır. Bununla birlikte anne-babaya kendi çocuğunuza seçim hakkı
tanıyın, ilgi alanlarını, beğenilerini gözetin bilinci veren bir tanıtım,
reklam, bilinçlendirme stratejisi üzerinde düşünülmelidir. Yayıncılar
kendilerine okullara nasıl gireceğiz değil, evlere nasıl gireceğiz sorusunu
sormalıdır. Öğretmenlerle iyi ilişkiler kurmak değil, kitapçılarla ilişkileri
düzenlemek, kitapçılarda çocuk kitaplarının vitrine, rafa, ulaşılabilir yerlere
çıkmasını sağlamak gerek.
4)
Medya
ve yayınevleri arasında ilişkiler yeniden düzenlenmeli, daha doğrusu
kopartılmalıdır. Ticari bir yayınevinin medyayla olan tek meşru ilişkisi ücreti
karşılığında ilan vermek (yani açık reklam) ve basın bülteni vb. duyurular
yoluyla basını/medyayı yeniliklerden haberdar etmek olabilir. Bunun dışında
kalan tüm ilişkiler bağımsız basın ilkesiyle bağdaşmaz ve her iki tarafı da
şaibe altında bırakır. Gelinen noktada kirliliğin boyutu düşünüldüğünde, çıkar
karşılığında kalem sallayanların ya da o kalemleri satın alanların her fırsatta
teşhir edilmesi ne yazıktır ki bir ihtiyaç haline gelmiştir.
5)
Çocuk
ve gençlik kitaplarını edebi, bilimsel kriterlerle değerlendiren eleştirel edebiyat eleştirileri
yayıncıların, yazarların, editörlerin, çevirmenlerin, illüstratörlerin onuru,
yüzeysel tanıtım ve övgü yazıları da utancı olmalı. Bu bilinç yalnızca sektör
içinde yerleşmekle kalmamalı, anne-babalara, kütüphanecilere, başta eğitim
kurumları olmak üzere çocuklarla ve çocuk kitaplarıyla bağ kuran tüm toplum
kesimlerine, hatta çocuk ve gençlerin kendilerine de yayılmalı, bunun araçları
yaratılmalıdır. Zira seçenekler arasında özgür seçimler yapabilmek için yalnızca
seçeneklerin varlığı değil o seçenekleri sorgulayabilecek, değerlendirebilecek
bir bilinç de gerekir.
Toplum yararına çağdaş, demokratik
faaliyet gösterdiğini savunan tüm çocuk ve gençlik kitapları yayıncıları, çocuk
ve gençlik edebiyatı ya da kitapları alanında üreten tüm bireyleri bu ilkeler
etrafında samimi bir şekilde birleştiğinde ne mi olacak? Edebiyata, bilime alan
açılacak. Ve başta dinsel gericiliğin gizli-açık bayraktarlığını yapanlar olmak
üzere, aslında edebiyatla, bilimle ilgisi olmayan birçok yayınevi bu alana çıkamayacak.
Başkaları bu alanda varlık göstermek için kendine çeki düzen vermek zorunda
kalacak. Birçokları da bu alanda hep daha nitelikli, hep daha yaratıcı, hep
daha bilimsel, hep daha sanatsal ürünler vermek için yarışacak.
Yoksa bu saf bir rüyadan, kapitalizmin
acımasız yasalarından bihaber bir avuç idealistin pembe hayallerinden başka bir
şey değil mi? En azından, buzdolabı
satmakla çocuk kitabı yayıncılığı yapmak
arasındaki farkı bilmeyenler ve bu farkı bilip de savunma gereği görmeyenler öyle diyecek.
şahane yazı. ellerinize sağlık.
YanıtlaSildinsel gericiliğe iyi çatmışsınız ama bilimselliğin de farklı bir dinsellik içerdiğini anladığımız da belki işte o zaman bu ülkenin çocukları için nitelikli edebi bir eserlerde bulunması gerekenler üzerinde konuşabiliriz. bu ülkenin çocuk edebiyatını "Bu bambaşka kitaplar aslında ilk bakışta basbayağı Can Çocuk, Tudem, Günışığı Kitaplığı, Yapı Kredi Çocuk, İş Bankası Kültür Yayınları, Doğan Egmont vb. gibi bilinen yayınevlerinin kitaplarına benziyorlar." gerçekten de belirttiğiniz yayınevlerinin dışında müslüman kimliğine sahip çıkan edebi bir düzeyi de bulunan hiç çocuk edebiyatı yayını yok mu? doğrudur ticari kaygılarla edebi değeri olmayan yayınlar, dini hassasiyeti ön planda olan yayınevleri tarafından basılıyor hatta istismar bile ediliyor ama "yiğidi öldür hakkını yeme" atasözünde ifadesini bulan hiç mi eser yok? yazınızdan çıkan sonuç bu gibi.
YanıtlaSilkültür bakanlığı hangi yayınevlerinin kitaplarını daha çok kütüphanelere sokutuyor? dinsel gericilik yapmayan ve edebi olarak belli bir seviyenin üstünde olan birkaç yazar ve kitap adı verin ki derdinizin gerçekten ülkenin çocukları ve daha iyi bir okuma kültürünün sağlanması olduğu netlik kazansın.
Sayın pomaks öncelikle yorumunuz için teşekkür ederiz. Bloğumuz; çocuk ve gençlik edebiyatına dair söylemek istediklerini "olumsuz" örnekleri eleştirerek ifade etmek isteyen bir blog. Bu durumu blog tanıtım yazımız "Niçin Kitedit" yazımızda gerekçelendirerek açıklamıştık. Bu nedenle bizden beklediğiniz "iyi yazar" ya da "iyi kitap" önerisini yerine getiremeyeceğiz. Öte yandan; bloğumuzda yayınladığımız yazıları incelediğinizde bizim belli bir perspektif içinde konuyu ele aldığımızı, tabir yerinde ise konu özelinde bir "fikri taraf" olduğumuzu göreceksiniz. Ve bizim baktığımız yerden "bilimsellik farklı bir dinsellik" içermiyor. Çok detaylı ve bir yoruma sığmayacak bir tartışmaya girmek istemeyiz ama; yine biz çocuklarımıza edebi ve iyi şekilde dini anlatan kitaplar arayışında değiliz. Ya da bu yönde bir ihtiyaç olduğuna dair bir düşüncemiz de yok. Aksine biz henüz sağlıklı seçim yapma olanağından ve alternatifleri inceleme şansından uzak genç ve çocukların "dini propaganda" metinlerinden uzak kalmalarını istiyoruz. Bu anlamda kalitesi ve yazın düzeyi ne olursa olsun dini referanslarla (hangi dini inanış olursa olsun) kaleme alınmış, belli hedefler taşıyan kitapların tamamı eleştirmize konudur.
YanıtlaSilVay canına, dindar olmak ne kadar büyük bir tehlikeymiş de haberimiz yokmuş. Dindar olmanın nesi gericilik, lütfen bir açıklar mısınız? Mini etek giymemek mi, içki içmemek mi, kurban kesmek mi, namaz kılmak mı? Nedir sizin için tehlikeli olan, inanın anlamıyorum.
YanıtlaSilYazınızı tamamladığınız son 5 maddelik çıkarıma ise sonuna kadar katılıyorum ama "toplum yararına çağdaş, demokratik faaliyet gösterdiğini savunan tüm çocuk ve gençlik kitapları yayıncıları, çocuk ve gençlik edebiyatı ya da kitapları alanında üreten tüm bireyler"in kimler olduğunu, bunları kimlerin seçtiğini bir türlü anlayamıyorum. Kim karar veriyor ki buna?
Sayın "Terazi Lastik Cimnastik" öncelikle isim seçiminizden dolayı kutlamak isterim sizi. Çünkü asıl konuyla ilgisi bile olmayan şeyleri, sanki konu buymuşcasına ortaya atıp tartışabilmek ancak böylesi "esnek" bir duruşla mümkün olabilirdi.
YanıtlaSilAncak yazı ve tartışma dilinde yaptığınızın başka bir adı var. "Demagoji" diyorlar. Dünyanın pek çok kültüründe ayıplanan bir yöntem olmakla birlikte, ülkemizde pek çoklarının -hatta başbakanlarımızın bile- kullanmakta beis görmediği bir yöntemsizlik bu. Ki; siz de ustalarınızdan öğrendiğinizi burada icra ediyorsunuz belli ki...
Öncelikle; yorum yazdığınız yazı ne dini, ne de genel olarak dinsel gericiliği tartışıyor. Yazının tartıştığı konu "çocuk ve gençlık edebiyatında" İslami ideolojik yönelimler ve bunun eleştirisi. Yani iddia ettiğiniz gibi yazı "dindar olmak gericiliktir" demiyor. Ya da "içki içmemek", "kurban kesmek" "namaz kılmak" vb. şeyler tehlikelidir de demiyor. Bu idiaları siz uyduruyorsunuz ve kendi uydurduğunuz şeylerle tartışıyorsunuz.
Öte yandan elbetteki bu bloğun ve bu yazının bir "fikri taraf" olma durumu var. Biz bilim dışı inanç paradigmalarının (her türlü dinsel öğreti dahil olmak üzere)çocuk ve gençlik edebiyatından uzak durması gerektiğini düşünüyoruz. Bu aynı zamanda sorduğunuz sorunun da yanıtı. "Kimler karar veriyor" demişsiniz. Kimlerin karar verdiğini bilemiyoruz ancak, karar mekanizması için önerimiz; sadece ve sadece "bilimsel" süzgeçtir. Bilim dışı tüm safsatalar bu alanın dışına itilmelidir diye düşünüyoruz. Bu süzgecin ışığında; dil, din, ırk, cinsiyet vb. alanlarda aklınıza gelebilecek tüm ayrımcı fikirlerin mahkum edildiği eşitliğin her anlamda gerçekten sağlandığı bir mekanizma kurgulamak istiyoruz.
Din ve dinsel gericilik konusunda elbette sizden farklı düşündüğümüz açık. Ama bunu sizin iddia ettiğiniz saçma argümanlarla savunmayız. Eğer konumuz bu olsaydı, bu bloğun amacı dini ve dinsel gericiliği tartışmak olsaydı; "mini etek giyip giymemek" gibi sizin demagojik zihninizin hayali argümanlarını değil; mesela İslamda kadının yeri gibi somut belgelere (ayet, hadis, fıkıh, içtihat vb.) dayanan argümanlarla gelirdik. Ve emin olun sizin "esnek" duruşunuz bile bu argümanlar karşısında fazla dayanamazdı!
"iddia ettiğiniz gibi yazı "dindar olmak gericiliktir" demiyor." demişsiniz ya daha başlıkta diyorsunuz aslında: "Çocuk kitaplarında dinsel gericilik ya da ..." Dinsel gericiliğin açılımını yapar mısınız o halde?
YanıtlaSilmerhaba,
YanıtlaSilyazınızı ve yorumlarınızı özenle okudum. dini yöneliminizi hedef almıyorum onu en başta belirteyim. bu dil ve bu tarih islam ile büyüdü islam ile de devam ediyor. sevmeyebilirsiniz ama ben maymuna da tapıyor olsa bir insana "saygı" duymak zorundayım yada öyle hissederim. bunu da dinim söylüyor ya neyse. her paragrafta düzenli olarak gerici islam diyerek sadece kötüleme yapmış olmuyor, o dini sevenleri de aşağılıyorsunuz. biilerini aşağılayarak malesef üstünlük ispat edilmez. üstünlük yüksek ahlak ve yüksek idaelleri olanlarındır. ben 4 duvarlı odada denizler üzerinde ve deniz altı yaşayan ne varsa merhamet duyabiliyor ve onlara karşı yardım hislerim var ise bu kudreti elinde bulunduran alemlerin rabbi olan Allah (c.c) lütfu iledir. ayrıca bahsettiğiniz yazınsal eserleri okuyor ve tavsiye ediyorum daha fazlaları için de araştırmalar içerisindeyim. bu eserler müslümanların ne bilime ne de edebiyata olan pozitif düşüncelerine maniler (bkz mevlana,farabi...). Bilimin de sanatın da edebiyatın mevla-ı rahimin kudretinden doğdunu bir takım insanlar da çocuklarına öğretmek istiyorlar. haklısınız çocuk eğitimi buzdolabı satın almak gibi birşey değil, insan evladının ahiretini hiçbir maddi varlık ile mukayese edemezcesine önemser, önemsemelidir. bu hayat mutlak bitecek, birbirimizi sevsek de çekemesek de mücadele etsek de. hepimiz aynı gemideyiz bunu unutmayalım ve bu hayatı kimse için yaşanılmaz hale getirmeyelim. vesselam.
Son yorum sahibi okurumuzun, sayın Terazi Lastik Cimnastik'in ve yazıyı bir "İslam" tartışması olarak ele almak isteyen tüm diğer okurlarımızın dikkatine:
YanıtlaSilBu yazı içerik olarak "İslam"ı tartışan bir yazı değildir. Yazıda iddia edildiği gibi "dindarlar gericidir" ya da "gerici İslam" gibi ifadeler bulunmamaktadır.
Yazıyı dikkatle okur iseniz; kullanılan ifadelerin çocuk ve gençlik edebiyatında siyasal İslam'ın gerici tezahürlerinin ele alındığını göreceksiniz. Yani belirli bir alanda, belirlenmiş sınırlar içinde aşikar bir durum tarif edilmiştir ve eleştirilmiştir.
Elbetteki yazının yazarı ve bu blog genel olarak dini inanışlar ve özel olarak da İslam konusunda bir eleştirel bakışa sahiptir. Bu yazı bu eleştirel bakıştan feyz alsa da, asıl olarak konusu bu değildir.
Herşey bir yana konusu iddia edildiği gibi bile olsa; yani çocuk ve genç edebiyatında siyasal İslam'ın gerici pratikleri eleştirilmeyip de genel bir İslam eleştirisi yapılıyor olsa bile; kullanılan ifadeler hakaret içermeyen durum tanımlamalarıdır. Hakaret ile eleştiri sınırını bilecek kadar okuma yazma bilen herkes, bu yazıda kullanılan hiçbir ifadenin "hakaret" olarak sınıflandırılamayacağını söyleyecektir.
Yazının kendi içindeki sertliği ve İslam'i referanslarla duyarlılık gösteren okurun hassaslığı birleştiğinde yorumda rastlanılan türden gereksiz "alınganlıklar" doğuyor anlaşılan. Ancak bu konuda bizim yapabileceğimiz bir şey yok. Bu alınganlığı gösteren okurlarımıza söyleyebileceğimiz tek şey "yazıyı tekrar dikkatlice okuyun" olacaktır.
İncelenen konuya dair, içeriğe dair karşı fikirlerinize sayfalarımız açıktır. Ancak olmayan bir tartışmanın burada sürdürülmesini anlamlı görmüyoruz. Bu nedenle bu yorum sonrası, yazının içeriğine yönelik olmayan hiçbir yoruma (özellikle de "İslam" tarışmasına girmek isteyenlere) yanıt vermeyeceğiz.