Bize e-posta ile ulaşan bir yazıyı, önemli bulduğumuz için sizlerle paylaşıyoruz:
Evet, biraz da ben bulaşayım mecraya dedim ve geldim. Bulaşanlardan benim neyim eksik de demedim, emin olabilirsiniz. Haa, baştan söyleyeyim, yazım yanlışı da olabilir, ifade düşüklüğü de. Bu yazı öyle aktığı gibi olacak, değil bir tümce bir sözcük bile geriye dönüp kontrol edilmeyecek. Bak şimdi, şimdiden akış edilgene döndü ya neyse…
Evet, biraz da ben bulaşayım mecraya dedim ve geldim. Bulaşanlardan benim neyim eksik de demedim, emin olabilirsiniz. Haa, baştan söyleyeyim, yazım yanlışı da olabilir, ifade düşüklüğü de. Bu yazı öyle aktığı gibi olacak, değil bir tümce bir sözcük bile geriye dönüp kontrol edilmeyecek. Bak şimdi, şimdiden akış edilgene döndü ya neyse…
Tesadüfen buldum burayı. İyi ki de
bulmuşum, ilk kez birileri yüksek sesle konuşuyor. Aslı Tohumcu’nun kitabıyla
ilgili eleştiriyi okuyunca yazmaya karar verdim. Ne de olsa ben de bir
mustaribim.
Sözü uzatmayayım, konuya geçeyim. Bir
özel okulda, ama öyle böyle değil, adı çok büyük bir özel okulda çalışıyorum.
Takdir edersiniz ki ne okulun adını ne de kendi adımı vermek isterim. Emin olun
yayın sektöründe çalışan birinden çok daha fazla kitap okumuşumdur, hangisini
çocuklara okutacağımıza karar vermişimdir. Hâlâ da vermekteyim. Yani çocuk,
ilkgenç ve genç edebiyatının en iyi müşterilerinden biri de biziz. Bizi
tavlamak için neler neler yapmıyor yayınevleri, bir bilseniz. Elbette
biliyorsunuzdur.
Bütün bu okumaların, karar vermelerin
geçtiği yıllar içinde gözlediklerimi yazacağım size. Beğenin, beğenmeyin; bir
Ömer Seyfettin, bir Kemalettin Tuğcu, bir Aziz Nesin, bir Yaşar Kemal, bir
Orhan Kemal, bir Sabahattin Ali ve sayamadığım birçok yazı emekçisi, acaba
kalemi ellerine aldıklarında, daktilonun önüne oturduklarında kimleri, nasıl
tavlayacaklarını; hangi damardan vuracaklarını, satış grafiklerini, baskı
adetlerini düşündüler mi? Yanıtı siz de biliyorsunuz. Yalnızca yazmak
istediklerini yazdılar, namuslu ve özgürdüler.
Meslek gereği de olsa kitaba, yazara,
okumalara, konuyla ilgili araştırmalara bulaştınız mı başınıza neler gelmiyor,
tahmin edemezsiniz. Yok yok, tahmin edersiniz. Hatta benden bile iyi
bilebilirsiniz. Örneğin yayınevleri “Şu bizim yeni yazarımız, şu yeni bir kitap
çıkardı, okur musunuz? Çocukların çok hoşuna gidecek, emin olabilirsiniz.”,
“Okuduktan sonra eleştirilerinizi paylaşır mısınız?” deyiveriyor. Bir de
bakmışsınız editör oluvermişsiniz.
Ben hiç hayır demedim, okudum. Yanıma
bir kalem-kâğıt koyarak sayfa sayfa yazdım da. Sonra da onları elektronik
ortama geçirdim. Önceleri şunu diyordum: “Allah Allah, bu ne?”
Yazım hatalarını filan hiç
saymıyorum, resimlerin korkunçluğunu da saymıyorum, okuduklarım beni
sinirlendirmekten çok üzmeye başladı. Evet, başlığa geliyorum. Siparişle
yazıyorlar. Hepsi değil tabii, ama yazanlar da az değil. Temalara uygun,
ünitelere uygun, Fen Bilgisi konularına uygun, matematiğe uygun, Sosyal
Bilgiler konularına uygun öykü yazıyorlar resmen. Hatta hızlarını alamıyorlar,
roman yazıyorlar. Daha küçük sınıflarda Hayat Bilgisini öykülerle kavratmaya
çalışıyorlar. Kimler mi? Yanıtı zaten biliyorsunuz. Şimdi, tam burada,
dördüncü paragrafa kısaca bakabilirsiniz.
Dürüst olalım, bu edebiyat mı? Paragrafı
sürdürmeyelim, düşünelim.
Edebiyat öyle bir alan ki… Özellikle
benim kuşağım için “kutsal”. Yazı yazan insan; oturup da baskı, telif,
okul okul dolaşıp pazarlama, söyleşiden sonra kitap satma faslı filan düşünmez.
Çünkü kitap denen varlık domates satmaya benzemez. Ruhumuza dokunur çünkü.
Kitabın bir derdi vardır, insanı ve toplumu koyar önümüze, çelişkilerimizi
anlatır, eşik atlatır, ayna tutar. Ayna kimin elindedir, yazarın.
Bunun siparişi olur mu? Oluyormuş,
yıllar içinde gördüm ve o yazarlardan da, siparişle yazdıkları o “metinlerden
de” çok soğudum.
Özel okul çocuğuna, özel okul edebiyatı!
Yapmacık, yapay, derinliksiz, her sözcüğünden yağ fışkıran, hiçbir dil lezzeti
olmayan, o çocukların dilini yakalamak için kıvranan bir yazar! Ucube bir
metin!
Unuttukları şey ise çocuğun her yerde
çocuk, gencin her yerde genç olduğu.
Peki, bu siparişleri kim veriyor?
Yayınevi sahipleri mi? Olabilir. Derslerin öğretmenleri mi? Bu da olabilir.
Çocuk edebiyatında sözü geçen (Kendilerinden bazılarını çok yakından tanıyorum,
o konuya ayrıca değinmek de istiyorum.) bazı isimler mi? Bu da olabilir. Oluyor
zaten. Yazar arkadaşlarım, almayın o siparişleri, dinlemeyin onların sözlerini.
Kendi kendinize de bunu düşünüp öyle yazıyorsanız, yazmayın. Siz yalnızca ayna
tutun, yeter.
Kitapları toplu halde alıyoruz ya bu
nedenle birçok yayınevi sahibi ve çalışanıyla da yüz yüze tanıştım, sohbet
ettik, sorunlarını dinledim, bize kitap satmak için gözümün içine bakmalarının
keyfini de çıkardım. Eee, kolay değil tabii, listedeki o yayınevine ait bir tek
kitap, iki yüz kitap demek.
O tek seçimin ardından gelen iki yüz
kitaba karar verirken ben hâlâ kendi kendime gidip kitapçılardan aldığım,
parasını kasaya ödediğim kitaplara yüz veriyorum, haberiniz olsun.
DOLAYSIZ
Sevgili Dolaysız,
YanıtlaSilNe güzel yapmışsınız, siz de yüksek sesle konuşmaya karar vermekle. Can alıcı bir konuda; tam zamanında ve tam da yerine göndermişsiniz yazınızı. Elinize sağlık! Hazırlığını sürdürdüğüm bir yazıya da referans olacak bu yazdıklarınız. Şimdiden teşekkürler...
Uğur Y.