Bir çocuk
kitabı illa ders vermek zorunda değil.
Bir çocuk kitabı illa sevgi, barış, çevre, paylaşım gibi temel ya da büyük meseleleri konu etmek zorunda değil.
Bir çocuk kitabı illa süslü bir dil ile yazılmak zorunda değil.
Bir çocuk kitabı illa …
Bir çocuk kitabı illa sevgi, barış, çevre, paylaşım gibi temel ya da büyük meseleleri konu etmek zorunda değil.
Bir çocuk kitabı illa süslü bir dil ile yazılmak zorunda değil.
Bir çocuk kitabı illa …
Bir çocuk
kitabında illa olmaması gereken özelliklerin listesi uzatılabilir. Ama bu
listenin sonuna mutlaka eğer ile
başlayan birkaç madde eklenmeli.
Eğer kitabın güçlü bir hikayesi varsa. Eğer kurgusu sağlamsa. Eğer dili ve anlatımı özgünse.
Çünkü,
nitelikli bir çocuk romanı ya da öyküsünün başlıca dayanakları bu üç unsurdur:
Güçlü bir hikaye, sağlam bir kurgu, özgün bir anlatım.
Bunları
saptarken yeni bir şey söylemediğimizin, Amerika’yı yeniden keşfetmediğimizin
farkındayız. Çocuk edebiyatıyla ilgilenen herkesin bildiği, kabul ettiği,
üzerinde birleştiği doğrulardan bahsediyoruz.
Gerçekten
öyle mi acaba? Doğrusu, son zamanlarda okuduğumuz birçok çocuk kitabı bu
bilincin hiç de sanıldığı kadar berrak olmadığını düşündürttü bize. Böyle
düşünmemize neden olan eserlerden biri de Özlem Atasoy adlı genç yazarın ilk
çocuk kitabı Çöp Adam Konuştu. (
Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 1. Baskı: Mayıs 2012, çizimler: Zeynep Özatalay,
editör: Nevin Avan Özdemir)
Daha ilk ele
alındığında insana gülümseyen kitaplardan Çöp
Adam Konuştu. Canlı renklerin kullandığı kapaktaki görsel hem merak
uyandırıyor, hem de kitap başlığıyla uyum içinde. Sayfaları karıştırdığınızda
araya eğlenceli çizimlerin serpiştirildiğini, rahat okunan bir font
seçildiğini, bazı ifadeleri vurgulamak için farklı yazı karakterlerinin
kullanıldığını görüyor ve ne hoş diye düşünüyorsunuz.
En azından
biz öyle düşündük. Kitabı okuyunca olumlu hanesine yazdığımız bir diğer
özellik, yazarın çocuk karakterlerini seslendirirken yakaladığı başarı oldu. Öykü
Kerem adlı çocuğun ağzından anlatılıyor. Başkahraman dokuz yaşında ve az çok
dokuz yaşında bir çocuk gibi konuşuyor, hissediyor, davranıyor gerçekten. Kitap bu yanıyla daha önce eleştiri konusu
ettiğimiz eserlerin çoğundan ayrılıyor ve Özlem Atasoy’un gelecekte daha
başarılı eserler vereceğine dair umut uyandırıyor.
Böylece,
onun ilk eseri Çöp Adam Konuştu’yu
(yeterince) başarılı bulmadığımıza da gelmiş olduk.
Nedenlerine
geçmeden önce kitabın kısa özetini verelim:
Kerem
dokuzuncu yaş gününde bir parti düzenliyor. Hediyelerin arasında bir yaz-boz da
var. “Ne çizeceğim ki ben buna?” (s.12) diye düşünürken bir çöp adam resmi
yapıyor. Çizdiği çöp adamın birden canlanıp odasında bitmesi karşısında da ödü
kopuyor. Oğlu korkuyla bağırdığı için meraklanan anne salondan Kerem’e
sesleniyor. Bunun üzerine Çöp Adam Kerem’den, onu, anneye yakalanmadan
silmesini istiyor. Bu ve Kerem’in daha sonraki denemeleri sayesinde yaz-bozun
sırrı çözülüyor. Üzerine çizilen resimler canlanıyor/nesneye dönüşüyor,
silinince de yok oluyor. Kerem tekrar tekrar çizdiği Çöp Adam’la dostluk
kuruyor. Kimi zaman playstation’da yarıştığı oyun arkadaşı, kimi zaman da
sırdaşı oluyor. Kerem, Çöp Adam’ın verdiği tüyolar ve yaz-bozun sihirli güçleri
sayesinde önce sürekli evlerine gelen ve bir sürü sıkıcı soru soran Sultan
Teyze’den kurtuluyor, ardındansa okulda sevdiği kızın, yani Merve’nin dikkatini
çekmeye çalışıyor.
Kitabın
kurgu sorunları da burada başlıyor. Çünkü Kerem, Sultan Teyze’den kurtulmak
için çizdiği ve teyzenin üzerine saldığı kirpiyi çok seviyor ve onu sildikten
sonra tekrar canlandırmaya karar veriyor: “Sultan Teyze’yi gönderdikten sonra,
kirpiyi tekrar çizdim. Çok tatlıydı. Onu çok sevdim. Benimle kalsın istedim.
Onu alıp annemden gizli bahçeye çıkardım. Ağacın dibine yer yaptım. O günden
sonra da sık sık yanına gittim.” (s.32-33)
Kerem’in
Çerpik adını koyduğu kirpi bahçede yaşamaya devam ettiğine ve yaz-bozun sihirli
mantığına göre silinmemiş olması gerekiyor.
Öyle mi
acaba? Birkaç gün sonra okulda Merve’nin bakışları Kerem’in yaz-bozuna
takılıyor: “’O ne?’ /
‘Yaz-boz!’ / ‘Ne yapıyorsun onunla?’ / ‘Şeyy hiçç… resim yapıyorum.’ / Şaşkın
şaşkın yüzüme baktı. Anlamadı tabii. Sanırım o anda aptal gibi görünüyordum. /
‘O zaman bir resim yap da görelim,’ dedi.” (s. 34-35)
Kerem,
Merve’ye “resim yapıyorum” açıklaması yapmasına rağmen, Merve onun yaz-bozla ne
yaptığını anlamıyor. O kadar ki, Kerem kendini aptal gibi hissediyor. Galiba,
Merve gerçekten de yaz-bozda aslında olması gereken kirpi resmini göremiyor.
Görseydi, “O zaman bir resim yap da görelim” demezdi, büyük ihtimalle.
Ama küçük
bir ihtimal daha var. Yazarın ya da editörün kurgudaki bu boşluğu fark edip soruna
bir çözüm bulmaya çalışması ihtimali, yani. Ki kitapta olan da bu. Ne yazık ki çok
gecikmiş, çok eğreti bir şekilde: “Tam
uykuya dalacakken birden aklıma geldi. Yaz-bozum nerede? Hemen kalktım.
Dolabımı açtım. Hah tamam! Neyse ki orada duruyordu. Çeprik ve Zeynep de çizili
halde. Süper. Yaz-bozumu çok iyi saklamalıydım. Çünkü artık Zeynep hiç
silinmesin, hep kalsın istiyordum.” (s.71)
Arada neler
neler oluyor, yaz-boza neler neler çizilip tekrar siliniyor, ama ancak sayfa
71’de Çeprik’in resminin hep korunduğunu öğreniyoruz.
Bir
yaz-bozun boyutu ne olabilir ki? Kitabın başında Kerem, “Bakınırken gözüm yaz-boza
takıldı. Büyük defter boyutundaydı.” (s.12) derken yanlışı var, herhalde. Ama
aceleyle karar vermeyelim. Kim bilir, belki de Kerem’in çizimleri küçüktür.
Öyle ya, Merve ondan bir resim yapmasını isteyince, artık orada olduğunu
bildiğimiz kirpinin yanına bakın daha neler çiziveriyor: “Bir bahçe yaptım
içine de bir koyun, iki koyun… çizmeye başladım.(…) Bir kuzu, iki kuzu yaptım.
Derken bir koyun sürüsü oldu. Çocuklar da yaptım. (s.36)
Kerem büyük
defter (yani A3) boyutundaki bir yaz-boza onca şeyi sığdırmakta epey başarılı
olsa da, aynı başarıyı Merve’nin ilgisini kazanmakta gösteremiyor. Sonunda, Çöp
Adam’ın önerisini dinlemeye, yani Merve’yi kıskandırmaya karar veriyor. ‘Kiminle?’
sorusuna uygun yanıt bulunamayınca devreye yaz-boz giriyor. Çöp Adam Kerem’i
yüreklendiriyor: “’Buldum dostum buldum. Çizeceksin. Hadi, beni çizdiğin gibi,
şöyle güzel, ama Merve’den daha güzel bir kız çiz,’” (s.52).
Merve’den
daha güzel bir kız olabileceği fikrine bile tahammül edemeyen Kerem , yine de çizmeye
başlıyor. Ama Çöp Adam, Kerem çizdikçe karşılarında dikilmeye başlayan kızların
hiçbirini beğenmiyor:
“’Dostum bu
kız şeeeyy biraz kısa sanki boyu,’ dedi. Evet baktım da boyu benim omuzuma anca gelir. / ’Ne yapacağız peki?’ /
‘Sileceğiz.’ / ‘Şeyy pardon,’ diyerek, kızı bir çırpıda sildim. / ‘Dikkat et
dostum. Boyu posu biraz daha uygun olsun
sana. Hadi…’ / Tekrar işe koyulup, başka bir kız çizdim. Çöp Adam bana doğru
eğildi, fısıldayarak ‘Dostum bu ne yaa! Basketbol liginde mi oynayacak bu kız,
boyu neredeyse senin iki katın,’ dedi. Baktım, evet haklıydı. Bu da çok uzun olmuştu. / Sildim. Tekrar
çizdim. / ‘E bunun da burnu uzun.’ /
Onu da sildim. Başka bir kız çizdim. / ‘Bacakları
kısa.” / Bu kızı da sildim. (…) / ‘Cadıya
benziyor.’ (…) / Çizdim. Çizdim. Bir daha çizdim. / ‘Aaa! Bu kız? Aaa! Aynı
Nurten Teyze’ye benziyor.’ (…) ‘Bizim alt kattaki komşu; o kadar şişman ki, merdivenlerden inerken top gibi yuvarlanıyor
sanıyorsun,’ dedim. Kahkahayı bastık. “ (s. 55-57)
Alıntılardan
yansıyan tablo standart güzellik anlayışına uygun olduğu kadar da ayrımcı. Okur
olarak bizi rahatsız etmesi de esas olarak buna dayanıyor. Tamam, 9 yaşındaki
bir çocuktan ve onun yarattığı Çöp Adam karakterinden standart ölçülerin
dışında uzun, kısa ya da şişman olan, büyük burunlu ya da kısa bacaklı kızları,
‘ideal’ ve ‘örnek’ bir tutumla en az diğerleri kadar güzel bulmalarını
beklemiyoruz. Ama yazardan,
karakterlerinin özellikle bu tutumlarına ışık tutarken bir amaç gütmesini
bekliyoruz.Ve bu amacın hikayeye bağlanmasını, karakterleri daha iyi
anlamamızı sağlamasını tabii.
Oysa olan bu
değil. Olan çizilen son şişman kızın sinirlenip Kerem ve Çöp Adam’ı bir güzel
paylaması: “Kızların hepsi içerde ağlıyor haberiniz var mı? Hepsine bir kusur
bulmuşsunuz. Şunlara bak, siz çok mu yakışıklısınız? Ayy biz de size
bayılıyoruz di mi?” (s. 57-58)
Bir an,
demek yazarın amacı gerçekçi karakterler
yaratmak değil, bu sahne üzerinden ayrımcılık karşıtı bir mesaj vermek diye düşünüyoruz,
doğallığında. Didaktik mesajlardan genelde hoşlandığımızı söyleyemeyiz, ama
dürüst olmak gerekirse yine de su serpiliyor içimize.
Ta ki bir
alt paragrafı okuyuncaya dek: “Kız
resmen çıldırdı, biz de şaşkınlıktan sus pus olduk. Çöp Adam aşağıdan bacağımı
dürtmeye başladı. Ağzını kapatıp dişlerinin arasından, tabii kıza çaktırmadan
‘dostummm siiiillllll, siill dostuummmm.’ dedi. Ben de elimi çabuk tutup, kıza
çaktırmadan bir çırpıda sildim. Şu kadarını söyleyeyim, kollarını bacaklarını
sildim. Kız hala konuşuyordu. Neyse ki gitti. Hıuhhh… Derin bir nefes aldık. /
‘Gitti mi dostum?’ / ‘Gitti gitti. O neydi öyle yaa?’ / ‘Dostum böyle kız olacağına, ömrümün sonuna kadar
hiç kız arkadaşım olmasın razıyım.’” (s. 58)
“Böyle kız
olacağına, ömrümün sonuna kadar hiç kız arkadaşım olmasın” tanımlaması kız
Kerem ve Çöp Adam’ın ayrımcı tutumlarına haklı olarak sinirlendiği için mi,
şişman olduğu için mi yapılıyor bilmiyoruz, ama didaktik bir mesaj kaygısıyla
yapılmadığından eminiz.
Eh,
yazımızın en başında da belirttiğimiz gibi bir çocuk kitabı illa ders vermek
zorunda değil. Öyleyse bizi rahatsız eden ne?
Bizi
rahatsız eden bu sahnelerin kitabın hikâyesine nitelikli bir katkı sunmaması.
Bizi rahatsız eden bu sahnelerin olumlu ve olumsuz yanlarıyla gerçekçi
karakterlerin dünyasına daha iyi nüfus
etmemizi, davranışlarının arka planında yatan olguları daha iyi anlamamızı,
kendimizi onların yerine koyarak onlarla birlikte çeşitli deneyimler
(yenilgiler ya da başarılar) yaşamamızı sağlamaması.
Dahası tek başına, hikayeye zenginleştirici, nitelikli bir katkı yapmadan kaldıkları için tersinden bir mesaja dönüşüyorlar. ‘İnsanları ideal güzellik anlayışına göre değerlendirmek, ayrımcılık yapmak meşrudur’ mesajından bahsediyoruz. Bu mesaj, çocuk kitaplarına kör parmağım gözüne serpiştirilen didaktik derslerden daha dolaylı olabilir. Ama bu onu hafifletmediği gibi iticiliğini de ortadan kaldırmıyor.
Kaldı ki
aynı mesaj hikâyenin devamında daha da derinleştiriliyor. Güzellik
anlayışına uygun bir kız çizmeyi önce beceremeyen Kerem, sonunda onu gece
rüyasında görüyor. Rüyasında gördükten sonra da çiziveriyor: “Sanırım onu
çizebildim. Sarı sarı uzun saçlaaarrr,
biraz kıvırcık…evetttt gözler maviii,
beli de incecik vee kıpkırmızı bir elbiseeee, evet işte
bu.” (s.63)
Uzunu,
kısayı, şişmanı beğenmeyen Kerem beğense beğense bu kızı beğenir tabii: Uzun
sarı saçlı, mavi gözlü, incecik belli, üstelik de pantolonlu falan değil,
kıpkırmızı elbiseli!
Kız kendini
Zeynep olarak tanıtıyor ve Kerem’in Merve’yi kıskandırma planına hemen
katılmaya razı oluyor. Merve’yi kıskandırmak için Kerem’in sevgilisi rolüne
giriyor.
Başta
Kerem’in aklı fikri Merve’de. Ama hikâyeden çıkarabildiğimiz kadarıyla
Merve tutarsız, dengesiz ve epey sevimsiz bir tip. Hadi, Tahir’den
hoşlanmasını, bu yüzden Kerem’in yakınlaşma çabalarına yüz vermemesini anladık.
Ama Kerem’le bir yandan hiç ilgilenmiyorken, yani Zeynep’i aslında kıskanma
nedeni yokken, o kıza çelme takıp burnunu kanatmasının nedenini kendimize bir
türlü açıklayamıyoruz. Kerem’in ona hediye etmek üzere yaz-bozuna çizdiği
kediyi (yani canlı halini) görünce önce sevinçten deliye dönmesini, kedi elini
tırmalayınca da Kerem’e düşman kesilmesini de anlamlandıramıyoruz.
Belki de onu
olduğu gibi, yani tutarsız, dengesiz ve epey sevimsiz bir tip olarak kabul
etmek en iyisi. Zaten Kerem de bir süre sonra “Merve, ahh Merve, onun için her şeye değer.” (s.87) düşüncesinden
uzaklaşıyor ve “Tahir geldi. Sırasına oturdu. Dönüp arkasına Merve’ye baktı.
Merve yüzünü çevirdi. Belli ki kavga edip küsmüşler, ama niye? / ‘Amaaannn! Bana ne. Küserlerse
küssünler.’” (s.112) noktasına geliyor.
Arada neler
mi oluyor? Kerem’in ailesi ve Zeynep’in ailesi (evet, Kerem yaz-bozuna kirpinin
yanı sıra yalnızca Zeynep’i değil, onun evini, annesini ve babasını da
sığdırıyor) arkadaşlık kuruyor ve sık sık birlikte zaman geçirmeye başlıyor.
Zeynep’in babası Kerem’in babasıyla tavla oynadıkları yine böyle bir günde iki
arkadaş Avatar filmi hakkında sohbete dalıyorlar. Sonunda Kerem yaz-bozuna Avatar’daki
kuşlardan birini (evet, kirpi ile Zeynep, Zeynep’in ailesi ve onların evinin yanına) çiziyor. Kuş, sırtına binen iki çocuğu bir geziye çıkarıyor ama giderek
uzaklaştığı için Zeynep korkmaya ve ağlamaya başlıyor. Bunun üzerine
kahramanımız Kerem, sesini duyuramadığı kuşun boynuna tırmanıyor, kulağına
ulaşıyor ve artık dönmeleri gerektiğini söylüyor.
Burada, yeri
gelmişken, araya kurguyla ilgili bir not girelim. Kerem, daha önce kuzu, koyun
resmi yapıp da okulun bahçesi birden çiftlik hayvanlarıyla dolunca herkes
şaşkınlıktan küçük dilini yutmuş, dahası televizyoncular gelip olayla ilgili
haber yapmıştı. Nedense bir apartman dairesinden (kapısından mı, balkonundan mı, penceresinden
mi bilmiyoruz, kitapta yalnızca, “Dışarı çıktık ve bir anda yükseldik.”
deniyor. s. 103), sırtında iki çocukla uçuşa geçen kocaman bir Avatar kuşu
benzer bir tepki yaratmıyor.
Ama buraya
takılmayalım ve asıl konumuza, yani Kerem’in artık Zeynep’i neden Merve’den çok
sevmeye başladığına gelelim. Daha önce de öğrendiğimiz gibi kız çok güzel.
Kerem’e, Merve’yi kıskandırma planı dahilinde iyi (hatta sevgili gibi)
davrandığını da biliyoruz. Etti mi iki neden. Ama fazlası var. Zeynep, onu
kuşlu maceranın sonunda kurtarması üzerine Kerem’in elini tutup yanağını
öpüyor: “’Beni kurtardın, çok cesursun,’ dedi ve elimi tuttu. Çok garipti. Daha
önce hiç böyle hissetmemiştim. Sanki kalbimin üstünde kelebekler uçuşuyordu.
(…)/ Durun dahası var. ‘Çok teşekkür ederim,’ diye eğilip yanağımı öpmez mi?
Evet, Zeynep beni öptü.” (s.112)
Sarışın,
mavi gözlü¸ ince belli kızlardan hoşlanan bir erkek çocuğu, edilgen bir şekilde
kurtarılmayı bekleyen ve ona kahraman gibi hissettirip, teşekkürünü
öpücükle sunan bir kıza aşık olmayıp da ne yapsın?
Böylece
geldik kitabın ayrımcı mesajlar vermekle kalmadığı, ayrıca basbayağı cinsiyetçi
rol modelleri çizdiğine. Sırf erkeğin isteklerini yerine getirmek, onu sevmek
üzere yaratılmış güzel ve zayıf kız. Kızı koruyan güçlü, akıllı ve cesur erkek.
Ama yeri
gelmişken araya kurguya dair bir not daha ekleyelim. Kerem ve Zeynep Avatar
kuşuyla birlikte sağ salim eve ulaştıktan sonra elektrik kesiliyor ve Kerem’in
annesi, Kerem kuşu yaz-bozdan silemeden odaya dalıyor. Odanın içerisi öyle
karanlık ki anne kocaman bir kuşla karşı karşıya kalmasına rağmen bir gariplik
fark edemiyor. “Annem tam da kuşun önünde duruyordu. Hiiii! Az önce korkudan
sıçramıştım ya, silgiyi düşürmüşüm. Yok bulamıyorum. İyice panikledim. Annem
kuşu görecek.” (s.109)
Anne koca
kuşu göremiyor ya, doğallığında Kerem de silgiyi bulamıyor. Sonunda anne
silginin üstüne basıyor, silgi de tekrar Kerem’in eline geçiyor. “Silgiyi
bulmuştu. Elinden kaptığım gibi silmeye başladım. Kuş kayboldu.” (s.11)
Kuş
kayboluyor ama Zeynep’e, ailesine, evine ve kirpiye bir şey olmuyor. Kerem o
karanlıkta onca şeyin çizili olduğu yaz-bozdan yalnızca kuşu silmeyi başarıyor.
Büyük yetenek doğrusu!
Tabii kitaba
bir de son lâzım. Yazar bunun için Kerem ve Zeynep’i kavuşturmayı seçmiş.
Halbuki Zeynep’in kaderi yaz-boza bağlı. Önceki sayfalarda Kerem’le okura Çöp
Adam üzerinden duyurulduğuna göreyse yaz-bozun sihri kaleminin bitmesiyle sona
erecek. İşte, bu da kurguyu çıkmaza sokuyor.
Ama mucizeler ne için var?! Bu tür sorunları en kolay yoldan çözmek için olsa gerek. En azından Çöp Adam Konuştu kitabının sonu bize bunu düşündürüyor: “’Nasıl yaa? Ne olacak şimdi? Her şey bitti mi yani? Gidecek misin?’ / ‘Evet dostum… üzgünüm.’ / ‘Hayır Çöp Adam lütfen gitme…’(…) / ‘Peki ya Zeynep? O da mı gidecek?’ / ‘Dostum artık sana söyleyebilirim, bu yaz-bozun bir mucizesi var.’ (…) / ‘Evet. Mucize. Kalemin bittiğinde, o zamana kadar yaz-boza çizdiğin ve en çok sevdiğin kimse, o seninle birlikte bu dünyada kalıyor.’ (…) / ‘Zeynep mi?’ / ‘Bilmem, bunu sen göreceksin.’” (s.114-115)
Ama mucizeler ne için var?! Bu tür sorunları en kolay yoldan çözmek için olsa gerek. En azından Çöp Adam Konuştu kitabının sonu bize bunu düşündürüyor: “’Nasıl yaa? Ne olacak şimdi? Her şey bitti mi yani? Gidecek misin?’ / ‘Evet dostum… üzgünüm.’ / ‘Hayır Çöp Adam lütfen gitme…’(…) / ‘Peki ya Zeynep? O da mı gidecek?’ / ‘Dostum artık sana söyleyebilirim, bu yaz-bozun bir mucizesi var.’ (…) / ‘Evet. Mucize. Kalemin bittiğinde, o zamana kadar yaz-boza çizdiğin ve en çok sevdiğin kimse, o seninle birlikte bu dünyada kalıyor.’ (…) / ‘Zeynep mi?’ / ‘Bilmem, bunu sen göreceksin.’” (s.114-115)
Kitap Kerem’in
Zeynep’in yaz-boza çizdiği en sevdiği kişi olduğunu anlaması, yani yaz-bozun
kalemi tükenmiş, sihri de bitmiş olmasına rağmen onu canlı kanlı görmesiyle
sona eriyor, dememizi bekliyorsunuz şimdi. Evet, biz de öyle demek isterdik
doğrusu. Çünkü öyle olsaydı yukarıdaki “mucize” görevini yerine getirmiş, kurgudaki
çıkmaz kolaycı ama yine de az-çok tutarlı bir şekilde çözülmüş sayılabilirdi.
Ne var ki
yazar bu sonla yetinmek yerine, onu biraz süslemeyi, taze kavuşturduğu sevdalıları bir de ortak bir
tatile çıkarmayı tercih etmiş. Sevdalılar dediğimize bakmayın. Sözü edilen 9
yaşlarında çocuklar. Yalnız başına tatile çıkacak değiller ya. Elbet başlarında
anne-babaları da olacak. Ama durun bir noktayı unuttuk. Yok, hayır, Zeynep’in anne ve babasının, tıpkı kaderine razı olup kaybolup giden Çöp Adam gibi yaz-bozun kalemi kadar ömre sahip yaratıklar olduğunu unutan aslında biz değiliz. Bunu unutan yazar ve o
unutkanlıkla Zeynep ve Kerem’le birlikte onları da tatile çıkarıyor: “Zeynep’in
annesi ve babası da bize geldiler. Çok mutluyduk. İkimizin karnesi de süperdi.
Babam hala sürprizinin ne olduğunu söylememişti. Meraktan ölüyorduk. (…)/ ‘Tamam söylüyorum. Haftayaaa… hep
birlikteeeee… tatile gidiyoruzzz!’ (…) Hayatımın en güzel tatiliydi. Çok
eğlendik.” (s. 122-123)
Şimdi
yazımızın en başına dönüyor ve bir çocuk kitabı illa da şu, şu özellikleri
taşımak zorunda değil, eğer şu şu niteliklere sahipse diye yinelemek istiyoruz.
Çünkü Çöp Adam Konuştu bu çok bildik
niteliklerin hiçbirine sahip değil. Baştan sona okuduktan sonra yazarın ne
anlatmaya çalıştığı üzerine epey bir süre düşündük. Bir sonuca varamadık. Amacının
ayrımcılık içeren mesajlar vermek, cinsiyetçilik yapmak olduğunu hiç mi hiç
düşünmüyoruz. İyi niyetle hareket ettiğinden de kesinlikle eminiz.
Buna rağmen
sormadan edemiyoruz: Çizilen resimlerin maddileşmesinden öte ilginç, özgün
bir fikriniz yoksa, belli bir hikayeye ‘onu mutlaka anlatmalı/paylaşmalıyım’
dedirtecek/hissettirebilecek kadar inanmıyorsanız, okura farklı dünyalara, bakış açılara,
düşüncelere ya da deneyimlere kapı aralamayacaksanız niye çocuk kitabı
yazmak için acele ediyorsunuz? Hele de kendince bulduğunuz fikri, kendince anlattığınız hikâyeyi iç tutarlılığı olan bir kurguya oturtmak için gereken zamanı harcamayacaksanız?
Bunlar
acımasız sorular; farkındayız. Ama madem Çöp
Adam Konuştu, bize, çocuk okura bir şey söylemesini istemek de hakkımız. ‘Eğlencelik bir kitap, işte’ diye
geçiştirebilirsiniz. Ama eğlencelik kitapların bile uymasını beklediğimiz kriterler
var. Ayrımcı ve cinsiyetçi mesajlar taşımamak gibi mesela…
Ama
uzatmayalım. Çöp Adam konuştu, konuştu, boşa konuştu diyelim ve bu yazıyı, gelecekte Nevin Avan Özdemir’den daha titiz bir
editörlük, genç yazar Özlem Atasoy’dan da yeni, daha nitelikli çocuk kitapları
beklediğimize dair umutla bitirelim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder