27 Eylül 2012 Perşembe

Bir "Anonim"den Hülya Soyşekerci Eleştirisi


Hülya Soyşekerci'nin, Kitedit'te yayınlanan "Aslı Tohumcu'nun çocuk kitapları üzerine ya da kötülere gerçekten yer yok mu?" yazısına yaptığı yoruma cevaben gelen bir yazıyı yayınlıyoruz:
Sayın Hülya Soyşekerci (ve elbette ki sayın blog sahibi ve de  okuyan sayın diğerleri);
Bir "isimsiz" yorum yazarı olarak; hariçten gazel okuma sayılmazsa eğer, fikrimi belirtmeye gelmiş bulunuyorum. Umarım "etik dışı" tutumumdan dolayı bağışlarsınız beni. Ama Hülya Hanım bilir ki; aynı "sektör"de "iş" yapan insanlarız ve ne yazık ki "patron"-"dost"-"arkadaş"-"tanıdık" baskısı bazen sıkıcı olabiliyor. "İsimsiz"liğim kısmen bundandır. Ama dediğim gibi kısmen...
Zaman zaman çekinmeden dilediğini, aklından geçeni (insanlık değerlerine saldırmadan ama, küfretmeden, aşağılamadan, nefret suçu üretmeden) yazabilmek, "fikrini belirtebilmek" ne önemli değil mi? En azından benim için öyle. Aslında "isim" vermek konusunda öyle büyük bir çekincem yok. Ama konu icabı, gerektiğinde "anonim"-"isimsiz" kalabilmek hakkını savunmak adına "anonim" olacağım burada.
Öte yandan, baştan belirteyim ki; blog sahibini yakından tanıyorum. Çok tartıştığınız "ismi" yayıncılık alanında, çocuk ve gençlik edebiyatı alanında "en az" sizinki kadar bilinen, etki eden biridir Hülya Hanım. Belki de; tam da bu yüzden, bu blogda sadece menfi eleştiri yöntemini benimsediği için (bunu blog sunuş yazısında belirtmiş zaten) "isimsiz" kalmayı tercih etmiştir. Neyse; onun niyetini ve yaptıklarını anlatmak/yorumlamak bana düşmez.
Öte yandan; onu tanıdığımı ifade ettiğim sıradaki samimiyetimle, bu yazı/yorumun onu savunmak endişesi ile yazılmadığını da açıklamalıyım. Gerek görürse o kendisini pek ala savunur. Benim bu yazıyı yazdığımı bile bilmiyor şu anda.
Yazarın  bloğunu oluştururken seçtiği eleştiri yöntemi/tercihi ve yazılarının içeriğine dair eleştiri hakkımı saklı tuttuğumu da belirtmeliyim.
Ama yaptığı işe ve "anonimliğine" dair herhangi bir "etik" kaygım yok.
Yazarını tanımasam da, bu blog benzeri anonim kalabildiğiniz mecraları nefret söylemi üretmediği; faşist, şoven, köktenci fikirler yaymaya çalışmadığı; yazarına kişisel çıkar sağlama amacı gütmediği sürece olumlu bulurum. "Anonim"-"isimsiz" olmak, "düşünce özgürlüğünü" pekiştiren bir araca dönüşür buralarda.
Yasalardan, aileden, yerleşik düşünce kalıplarından, patrondan, kabadayılardan vb. vb. korkmadan fikrinizi söyleyip yayabildiğiniz alanlar... Belki de internetin düşünce hayatımıza sunduğu en büyük fırsat budur ve bundan korkmamak gerekir. Bu yazı tam da bunun için kaleme alınmıştır.
Ah, evet... Temel kaygımın "düşünce özgürlüğü" olduğunun altını çizerek konuya döneyim. Herhangi bir "baskı hissetmeden", "korkmadan" ya da "çıkar beklentisi" içine girmeden...
Bu anlamda, burada dönen "İsim" tartışması gözümde gereksiz ve gereksizliği kadar "korkutucu" bir lakırdı benim için. İşi yazmak ve "eleştirmek" olan birinden geliyorsa hele bu hamle... Düşünmek bile üzücü...
İnsanlığa karşı suç sayılan ırkçılık, cinsiyetçilik, kökten dincilik vb. gibi nefret söylemleri içermediği; aksine her anlamda "düşünce üretimi" alanına dair, kendi halinde bir külliyat olduğu aşikar yazıların yazarına "isimsiz" olduğu için "etik dışı" damgası vuracağız öyle mi? 
Ferhan Şensoy'un kulaklarını çınlatan AÇ PARANTEZ:
("Ben böyle yapmadım" demek gibi bir kurnazlığa gitmeyeceğiz değil mi Hülya Hanım? Nihayetinde "isimsiz" eleştiri yazısı yazmayı "etik dışı tutum" ilan ettiğinizde, bu tutumu yaratan kişiyi de doğal olarak "etik dışı" ilan etmiş oluyorsunuz. Basit bir örnekleme ile "küfür etmek etik dışı bir tutumdur" dediğinizde küfür edeni "etik değerlere sahip olmayan" biri ilan ettiğiniz aşikardır. Bu arada mesleki ya da insani etik hakkında kolayından fetva verme hakkını size kim veriyor? Neyin etik, neyin etik dışı olduğunu sizin subjektif bakışınıza göre mi değerleyecek insanlar?
Sizin 3-4 satırlık sözde yorum metninizde sakınmadan kullandığınız "etik" kavramı üzerine üniversitelerde kürsüler kuruluyor. Ciltler dolusu eser veriliyor. Yüzyıllardır tartışmalar yapılıyor. Öte yandan bugüne dek düşünceler içeren bir eleştiri yazısını "yaratıcısı belli değil" diye "etik dışı" ilan etmek üzerine uzlaşılmış bir görüşe rastlamadım. Böyle bir etik kural ve yaklaşım size kadar yoktu. Sizinle gördük bunu. O yüzden tekrar soruyorum size 3-4 satırlık yazılarınızda kural koyma hakkını kim verdi?) Ferhan Şensoy'a teşekkürler ve KAPA PARANTEZ!
Ne zaman bu sansürcü/oto-sansürcü düşünce sistematiğini terk edeceğiz acaba? Sansürcü; çünkü fikri söyleyene göre değerlendiriyor, içeriğe göre değil. Oto-sansürcü; çünkü "ismi" ile söyleyemediğini, hiç söyleyemeyen bir prototip öneriyor. Nazım Hikmetler, Aziz Nesinler ve daha niceleri böyle düşünseydi halimiz nice olurdu acep? Onların nice yıllar, baskıcı yönetim altında farklı farklı mahlaslarla ve bazen de "anonim" yazılar yazarak fikirlerini yaydıklarını anlatmama gerek var mı?
"Zarfa değil, mazrufa bak" demiş zamanında birileri. Hani atasözlerinden girip, deyimlerden çıkmak değil niyetim. Özlü sözlerle göz boyama devrini çok oldu geride bırakalı. Ama siz de kabul edin ki; "cuk" oturdu buraya laf. Bir eleştirmen/yazar olarak sizden, içeriğe dair düşüncelerinizi beklerdik asıl olarak.
"İsim yoksa, düşünceyi dikkate almam, sözün önemi söyleyene göredir" tavrı/düşüncesi tarihte kimleri hatırlatıyor bizlere diye sorsam? Yaftalamak istemem sizi, o yüzden ben vermeyeyim bu sorunun cevabını, varın siz düşünün bulun...
Neden peki? Neden korkuyoruz "eleştiri"nin isimsiz olmasından? İçerikten, söylenenlerden değil de, "isim"den tartışmalar çıkarıyoruz? Yoksa "isim"lerle bir korku/çıkar ilişkimiz mi var? Eleştirenin ismi; yazdıklarını değerli mi kılacak, ya da tersinden değersiz?
Ya da daha kötüsü; eleştirileni korumak için mi eleştirene öfke boşaltıyoruz. Ya da ondan da beteri "eleştiri hakkı tekeli"ni korumak adına mı "isimsiz"lerin eleştirisine öfkeleniyoruz?
Yazı var olduğundan bu yana "isimsiz" edebiyatçılar ve onlardan daha da fazla, "mahlasları" ardında fikrini ifşa eden yazarlar, gazeteciler oldu.
Sadece yazarlar, edebiyatçılar, gazeteciler de değil; okul sırasına "yaşasın barış" yazıp imza atmayan lise öğrencileri ya da eski Roma'da genelev duvarına Sezar hakkında sunturlu eleştirilerini yazan isimsiz lejyon askerleri de... Kısacası şu ya da bu nedenle fikrini söylerken, "ismini" söylememe konusunda haklı gerekçeleri olanlar hep oldular, hep olacaklar...
Ama hayır, bu "etik bir tutum değil"... Bloğun yazarı (öyle değil ya) diyelim ki; eleştirdiği yayınevlerinden birinde çalışıyor. İşe ihtiyacı var ya da bloğunu yazarken "patron" baskısı yaşamak istemiyor. Ya da pek çok "eleştirmen"in yaptığı gibi evine yüzlerce "bedava kitap" toplama hevesinde değil... Ya da belki de en "etik dışı" olanı; ismi ile övgüler düzerek bir yerlerde "kitap bastırma" telaşında değil... Ya da... Uzatmama gerek var mı?
Edebiyat ne güzel bir iş değil mi? Hele "çocuk ve gençlik edebiyatı"... Bunlarla uğraştığınızı söyleyince şöyle "uhrevi" bir hava oluşuyor etrafınızda. Işıldıyorsunuz adeta. Temiz ve iyi niyetli... Çocuk ve gençlik alanında çalışan "yayıncılar" cefakar ve çilekeş dervişleriz değil mi? Hadi oradan...
Holdingleşmiş, plazalara taşınmaya başlamış yayınevlerinin; sırf para kazanmak adına bin takla attıkları bir "sektör" artık bu. Özel okul satışları için edebiyatçıdan çok, işletmeci/pazarlamacıların işe alındığı bir kurtlar sofrası. 40-50 bin TL cezalar içeren özel gizlilik sözleşmeleri ile işe alımların yapıldığı bir "kapitalist" üretim alanı. İş değiştirmeye kalktığınızda eski "patron"unuzun, müstakbel "patron" adaylarınızı tek tek arayıp, işe alımınızı engellediği bir "ticari" işleyiş...
Biraz işin içine giren herkesin gördüğü bunca pisliğe ses çıkarmayalım ama "isimsiz" yazma "etik"sizliğine hemen karşı çıkalım. Ne demezsiniz!!!
Kitap eklerine verilen ilanlar karşılığında yazılan övücü tanıtım yazılarının imza sahiplerini hiç böyle eleştirdiniz mi Hülya Hanım? Yoksa bu durum "etik dışı" sayılmıyor mu?
Gazete köşelerinde, kitap eklerinde yayınevlerine övgüler dizerek, o yayınevlerinden kitap yayınlatan "isim"leri hiç böyle eleştirdiniz mi? Yoksa bu gayet "etik bir tutum" mu?
Ya da "ismi" biliniyor, "ünlü" sayılır diye iki kelimeyi bir araya getiremeyenlere kitaplar yazdırıp, raflara dizdiren yayınevi sahibi "patron"ları eleştirdiniz mi hiç? Yoksa gözünüz korktu da, "isminizle" bu konuya girmediniz mi? Arkadaş sohbetlerinde pek çok kereler saydırdığınıza emin olduğum benzeri eleştirileri, neden hiç yazmadınız? Bari "isimsiz" yazsaydınız Hülya Hanım. En azından birilerinin rahatsız olduğunu gösterirdiniz kamuoyuna. Birilerine yalnız olmadıklarını hissettirirdiniz.
Acaba hangi "etik" bahsettiğiniz? Yayınevi sahibi "patron"ların etiği mi? Ya da onlardan çıkar beklentisi içindeki eleştirmen, yazar, gazeteci vb. lerinin etiği mi? Eğer bunlarsa uzak olsun bizden de, sizden de...
Geçin bunları. Asıl sizin söylediğiniz hiç bir şeyin kıymeti yok suya sabuna dokunmadıkça. "İsim" miş.. Bırakın "isim"ler ardına sığınıp bahaneler üretmeyi. İçeriğe dair söyleyecekleriniz olmadığı için mi, hedef tahtasına koymalık bir "isim" arıyorsunuz? İçeriğe itirazınız varsa, savunacaksanız eleştirilen yazarı buyurun savunun. Kendi bloğunuz var, yazdığınız köşeler var, hatta bu blog var. Bakın bloğun sahibi her yazdığınızı yayınlıyor. Amaç üzüm yemek mi, bağcıyı dövmek mi?
Ah, şimdi benim "isim"sizliğim de dert olacak size. Ama olsun ne yapalım? "İsimsizliğime" güvenip "isim" sahiplerine "saldıran" "etik dışı" biriyim nihayetinde.
Gerçekten böyle düşünüyorsunuz değil mi Hülya Hanım? Ne üzücü...
Tek savunusu budur genelde "anonim"liğe takanların. Sizi tenzih ederim tabi...
Yorumunuzda anonimlik alanında kötünün iyisi olarak (hoş hakkınızda yazılmış 3-4 kısa cümlenin genelde olumlu olması sizi mutlu etmiş olmalı orada) örnek olarak verdiğiniz "Ekşi Sözlük" sitesini eleştiren pek çok "isim" (Murat Bardakçı, Fatih Altaylı, bilumum İslamcı gazete yazarları, pek çok müzisyen, oyuncu vb. vb.) bu silaha sarıldılar hep. "İsimsiz" ya da uyduruk "mahlas isimler" (nick name) ardına sığınıp, o büyük "isimler"e nasıl "saldırırlar"? O büyük isimler ki; onca emek, çalışma, alın teri, bilgi ve birikim sonucu oradadırlar... Ki; "isimsiz" adamcıklar/kadıncıklar hangi hakla/birikimle/cesaretle vb. vb. bu "isimleri" eleştirirler. Versinler kendi isimlerini görelim bakalım onları... Ekşi Sözlük sayfaları bu eleştirilerle dalga geçen yazılarla doludur.
Sahi bu kendine güvensizlik neden? Sen çok çalışıp, emek verip, birikiminle, yeteneğinle olduğun yeri dolduruyorsan isimli/isimsiz birilerinin eleştirisi neden yıkıcı olsun. Hani konumuz küfür, hakaret, nefret söylemi içeren "sözde eleştirilere" tepki olsa bir noktaya kadar anlarım. Ki; konumuz bu olsa bile tavrınızı yine doğru bulmam. Böyle bir durumda; ya nefret söylemi suçu işleyen kişiyi hem yasalar, hem de toplum vicdanı önünde teşhir ve tecrit etmeyi bir iş edinirim ve sonuna dek uğraşırım ya da hiç umursamam. Ama hiç bir durumda; tutup da "isimsiz yazmayı etik bulmuyorum" demem. Ciddiye almama taklidi hiç yapmam...
Belli ki yazıları okumuşsunuz. Yazılar bir şeylere dokunmuş. Ya eleştiri faaliyetine dönük sahiplenici tavrınız, ya Aslı Tohumcu'ya olan sevginiz ya da eleştiriden etkileneceğini varsaydığınız bir yayınevi vb. adına duyduğunuz kaygı; "isimsiz yazmak etik dışıdır" komikliğine sarılmanıza sebep olmuş. Sahi kendinizi bu konuda ikna etmek için çok uğraştınız mı?
Hülya Hanım (isminizi bu kadar çok tekrar etmem sizi sıktı mı? Bilerek yaptığımı itiraf etmeliyim);
1- "Anonim"-"İsimsiz" kalmak, bu şekilde fikir üretmek; yazı yazmak, resim yapmak, heykel yontmak vb. her türlü faaliyet insanlığın evrensel yasalarını zedelemediği, bir başkasına zarar vermediği sürece bir "insan hakkı"dır. Bu tartışmaya bile açılmaması gereken, düşünce özgürlüğü kapsamında öncelikle sizin sahiplenmeniz gereken bir "hak"tır.
2- Korku, mesleki zorunluluklar, edebi tercihler, yasal zorunluluklar, psikolojik zorunluluklar vb. gibi aklınıza gelebilecek her türlü neden insanları "anonim"-"isimsiz" kalmaya itebilir. Ama bu onların susması gerektiği, fikrini ifade etmemesi gerektiği anlamına gelmez. En basit ifadesi ile "korkmak" da bir insan hakkıdır ve korku nedeni ile "anonim" davranışlar sergilemek baskıcı tutuma karşı meşru bir yöntemdir. Örneğin siz "korkak" ama fikrini söyleyen olmayı mı, "baskıcının yandaşı" olmayı mı tercih edersiniz? Ben her durumda ilki olmayı isterim...
3- Koca koca isimler eğer "isimsiz"-"anonim" bir eleştirmenin 1-2 yazısından rahatsız oluyorlarsa işgal ettikleri yerle, cüsseleri arasında orantısızlık var demektir.
Korkmayın eğer eleştiri yerindeyse o isimlere katkı sunar. Yerinde değilse zaten kalıcı olmaz. Bu konuya bu kadar serin ve aklı başında  bakabilmek öncelikle bir "eleştirmen" olarak sizin görevinizdir.
4- Eleştiri yazmak kimsenin tekelinde değildir. Herkesin yapabileceği ve yapması gereken bir uğraşıdır. Özellikle edebiyat ve sanat üretiminin ciddi sıkıntılarla boğuştuğu ülkemiz gibi coğrafyalarda, en genele yayılan edebiyat/sanat sahiplenişini eleştiri işini yaygınlaştırarak yapabiliriz. En başta sizin bu bilinçle tekelciliğe karşı olmanız gerekir.
5- Kapitalist bir dünyada yaşıyoruz. Ancak; buna rağmen edebiyat/sanat alanı hala kafalarımızın içinde bakir kalması gereken "saf" bir alan olarak tanımlı. Gerçekte ise öyle bir saflık kalmamış durumda. En çirkefinden ticari çıkar ilişkileri bu alana sızmış durumda. Yazar/kitap seçimlerinden tutun da, kitap tanıtım/eleştirilerine dek çıkar ilişkileri yumağı ortalık yerde duruyor. En başta sizin bu yumağa çomak sokmanız, itiraz etmeniz gerekir.
Oldukça hızlı, dağınık ve uzun yazdım. Blog sahibinden, okuma güçlüğü çeken okurdan ve eleştiri oklarıma birinci dereceden muhatap olan Hülya Hanım'dan özür dilerim.
Umarım aceleci ve dağınık üslubum büyük yanlış anlaşılmalara mahal vermez.
Son olarak Blog yazarı bu yazıyı ister yorum olarak, ister bağımsız bir yazı olarak kullanmakta serbesttir. İsterse de kullanmayabilir elbette. Ama benim fikrim bağımsız bir yazı olarak değerlendirmesidir. Çünkü yorum bölümü için uzun ve okunması zor bir nesir çıktı ortaya. Yazı başlığı olarak da "Bir "Anonim"den Hülya Soyşekerci Eleştirisi" seçilebilir.

Not: Düşündüm de; olası cevaplar için, hitaba fırsat vermek adına, kendime bir "mahlas" seçmem doğru olacaktır. Uğur Y. olsun mahlasım. Behzat Ç. kadar havalı değil ama idare eder. Ama sakın ola buradan "işte budur istediğimiz tavır, bu bile yeterlidir" basitliğine kaçmayalım yalnız. "Anonim"-"isimsiz" kalmak ile "mahlas" kullanmak aynı şeydir konumuz gereği. Konumuz dışı örnekler bizi bağlamaz.
Not2: Tatlı bir tesadüf bu yazıyı bitirip e-postalarımı kontrol ederken "Roman Kacew" ile ilgili kısa bir bilgi yazısı geldi önüme. "Roman Kacew" kim mi? Hülya Hanım elbette onun kim olduğunu bilir. Ama bilmeyenler araştırırsa eğer "mahlas" isim kullanma ya da "anonim" kalma üzerine ilginç bir sebep/olay ile karşılaşacaklardır.
Uğur Y.

8 yorum:

  1. Türkiye'de her zaman ne yazıldığına göre değil, kimin yazdığına göre işler çarklar. İçerik, yazarın elinde bir oyuncak görüldüğü için, Türkiyeli okur kimin yazdığını bilmiyorsa içeriğinin değerini önemsemez. Ne kadar yetkin veya nitelikli olduğuna bakmaz bile. İsim satar çünkü, fikir değil onların sathında.

    Anonimlik iyidir. Alışmayan bünyede elbette hararet yapabilir. Madem sistemi insan üzerinden kuruyor, fikri iplemiyorsunuz, o zaman sistemin açığını da böyle kullanırlar ve insanı aradan çıkarırlar. Alışın bence. Biraz da parmağa değil, gösterdiğine bakın.

    YanıtlaSil
  2. Küçük Prens’den Anonim’e,
    Gerçek sanatçı baskılara boyun eğmez, kendini ifade etmenin başka biçimlerini de bulur, kendine yeni bir üslup yaratır. Her durumda “adsız kahraman” olmayı tercih etmeyebilir. Ferit Edgü’nün bu dediğime uyan çok anlamlı bir öyküsü vardır, okumuşsunuz belki, “Kentin Üzerinde Dayanılmaz Bir Koku”. Bu öyküyle ülkemizin karanlık dönemlerini başarılı bir şekilde, kendi imzasıyla döneminde yansıtmış Edgü. Örtük de olsa anlayana, derdini anlatıyor öykü.
    Belirttiğiniz ikinci şık, “baskıcının yandaşı” olmayı kimse kendine yakıştıramaz zaten.
    Üşenmeyip sayfalarca yazdığınız imzasız eleştirinizi çok dikkate aldığımdan değil ama bilmenizde fayda var; yazılarıyla tanıdığım, çok değerli bir eleştirmenizin minicik bir eleştirisine sayfalarca yazmanız akıllara ziyan. Nasıl da biriktirmişsiniz içinizde. Muhteşem bir öykü, hatta roman kahramanı olabilirsiniz, bu potansiyeli inanın sizde gördüm. Oğuz Atay hayatta olsaydı şöyle derdi herhalde: “Canım insanlar, niçin kafanıza kesekâğıdı geçirip yazıyorsunuz?”
    Tekelciliğe karşı koymamakla eleştirdiğiniz, başka insanlarla aynı kefeye koyduğunuz Hülya Soyşekerci’nin Rollo May’in Yaratmanın Cesareti hakkında yazdığı bir yazıyı ele alalım, isterseniz bunun gibi pek çok yazısı var ve bu tanıttığı / incelediği kitapların çoğu kapitalist sistemi eleştirir, has edebiyatın penceresinden bakar. Bu kitaplar hakkında yazarken hiç mi düşüncelerini dile getirmiş olmuyor sizce?.. Sözünü ettiğim kitapla ilgili yazısında Hülya Soyşekerci şöyle diyor: “Yaratma cesaretinin ve dolayısıyla ölüme başkaldırıdaki o trajik duruşun gereksindiği başlıca ortam, özgürlükler alanıdır. Bireysel ve toplumsal özgürlüklerin olmadığı ortamlarda yaratıcı edimin de canlılığını yitirdiğini, anlam renklerinin solduğunu gözlemleriz. Sanatın soluk alabileceği atmosfer, özgürlükler atmosferidir. Sınırlandırmaların, dayatılan kalıp ve şablonların egemenliğindeki sanat soluk alamaz, yaratma cesaretine uygun ortamı bulamadığında sanatçı kendi kabuğuna çekilerek anlaşılmazlığı ve yapıtını toplumla paylaşmamayı yeğleyebilir. Ya da koşullara teslim olarak kendisini aşma, yepyeni yaratımlara yönelme yerine, klişeleri yinelemeye devam eder. Bu da onun kendisini tüketmesidir ne yazık ki...”

    YanıtlaSil
  3. Bir "mahlas" savunucusundan, bir "mahlas" kullanıcısına;
    Sevgili Küçük Prens,
    Öncelikle sayın Soyşekerci'ye yönelttiğim eleştirinin ana konusu nedir anlayabildiniz mi emin değilim. Sayın Soyşekerci; bu blogda yayınlanan, sizin deyiminizle "has edebiyatın" penceresinden bakan, okuduğu üzerine kafa yoran ve değer veren bir eleştiri yazısının yazarını sırf ismini kullanmadığı için "etik dışı" olmakla itham etti. Yazdıklarının bu nedenle değersiz olduğunu ilan etti.
    Yani konumuz gerçek edebiyatçının boyun eğip eğmeyeceği, kendini ifade yöntemleri vb. değil. Ki; bu bile olsa sizin verdiğiniz örneğin aksine yüzlerce örnek de ben sıralarım burada. (Ki; ilk yazımın sonunda not olarak düştüğüm örnek bile yeterli çarpıcılığa sahiptir.)
    Ama dediğim gibi konu bu değil. Konu; edebiyat dünyasının içinden birinin, nitelikli bir yazıya verdiği "niteliksiz" tepkidir. Ne sayın Soyşekerci, ne de siz; nitelikli bir edebiyat eleştirisinde "isim" zorunluluğunun mantığını açıklamış değilsiniz.
    Ve evet Küçük Prens; bu "niteliksiz" tutuma karşı "öfke" ve "birikim" sahibiyim. Ama bu ne Hülya Hanım'a, ne de onu desteklemeye çalışan dostlarına yönelik değil. Bu "öfke"; 30 yılı aşkın bir sürede; Türkiye özgürlük hareketinin içinde her türlü baskıcı, sansürcü, tekelci duruşa ve bakışa karşı oluştu. Sadece yazarak değil; davalarla, gözaltılarla vb. pek çok sıkıntıyla uğraşa uğraşa bir hassasiyete dönüştü.
    Bu nedenle; kim geçmişte nerede, ne yazarsa yazsın, bazıları onu nasıl savunursa savunsun; eğer bir yerde olmadık "baskıcı - sansürcü" bir tavır takınırsa "biriktirdiklerim" ona yönelebiliyor.
    Hülya Hanım'ı savunmanız ve bunun için hiç tanımadığınız birine "mahlas" ile yazmanız çok güzel. Ve zaten benim savunduğum şeye de uygun. Bu hareketizle içerikte ne söylerseniz söyleyin beni haklı çıkarmış oldunuz zaten sayın Küçük Prens.
    Aynı Hülya Hanım geçmişte ne yazmış olursa olsun, o kısacık "sözde eleştirisi" ile kendi duruşunu boşa çıkardığı gibi. "Sözde eleştiri"; çünkü o 4-5 satırcık yazı bir eleştiriden ziyade bir sansür bildirimidir. Dahası sizin "zekice" yapmaya çalıştığınızın aksine, karşısındakini "küçümseyerek" "yok sayma çabası" saygısızlığına soyunmaktır. Ve ikinizin de "saygısızlık" konusunda da değil ama, "yok sayıyorum ben" havası yaymaya çalışmakta "başarısız" oluşunuz manidardır...
    Evet durum bundan ibarettir. Hülya Hanım basit bir refleks gösterip (amacı nedir, niye böyle yapmıştır bilmem) kendi duruşunu boşa çıkarmıştır, çuvallamıştır. Tekrar toparlaması da çok zor değil hani. Basitçe bu yaptığının hatalı olduğunu belirtmesi yeterli. Ne sizin konuyu çarpıtmaya çalışan zayıf savununuza, ne de başka şeylere ihtiyacı var.
    Bu arada size küçük bir bilgi; genellikle bu tür bloglarda, konu fotoğrafını yazının yazarı değil bloğu teknik olarak yayına hazırlayan kişi seçer. Yani "zekice" dokundurma yapmaya çalıştığınız fotoğraf benim seçimim değildir. Ama olsun, sizin dokundurma çabanız olmasa da, resim seçimi yeterince başarılı. Ayrıca keşke bir roman ve film kahramanı olabilsem sayın Küçük P. Bu kötü bir şey değildir. Bakın siz bile kendinize bir roman kahramanını "mahlas" seçmişsiniz.
    Yaptığınız alıntılara ve satmaya çalıştığınız entelektüel havaya bakıp; sizin de olası bir "yazar - eleştirmen dostumuz" çıkma ihitmalini düşünerek şöyle sonlandırayım satırlarımı: "Bırakın savunulamayacak şeylerin peşinden koşmayı da, gerçekten işe yarar şeyler üretelim. Kitap eleştiri yazın yayınlayalım. Eleştirilerimiz üzerine değerlendirme yapın yayınlayalım. Ama ne olur birilerini savunmak, bir niteliksizliği mazur göstermek adına bizi de kendinizi de yormayın"
    Uğur Y.

    YanıtlaSil
  4. Yok merak etmeyin, daha fazla yoracak değilim kendimi. Sizinle yarışmaya hiç niyetim yok. Zira sizin gibi olamam. Has edebiyatın, başlı başına incelemesi / irdelemesi gereken, ne ki henüz keşfedilmemiş bir karakterisiniz. Hem bilimin hem de sanatın konusu olabilirsiniz. Hassasiyetiniz de travmatik durumda. Daha ne söyleyebilirim ki. 

    YanıtlaSil
  5. Teşhis için teşekkürler Küçük P. :)
    Eğer gerçek tartışma konumuza dair; hakaret etme çabası ya da "takmıyorum ki ben, banane, banene" oyunu dışında bir iki kelam etmek isterseniz buradayız...
    Uğur Y.

    YanıtlaSil
  6. Muhasebe İyidir1 Ekim 2012 11:58

    Olaya bak. Küçük Prens ve Hülya Soyşekerci gibileri mi edebiyatın içindeler. Gerçekten düzey bu mudur? Hakaret ve küçümseme dışında bir şey yok. Elitizm akıyor her yanlarından. Eğer düzey buysa, muhasebeci olmakla iyi yapmışım. Bunlarla uğraşmak zorunda kalmıyorum en azından. Kolay gelsin Uğur Bey size. İyi dayanıyorsunuz.

    YanıtlaSil
  7. Daha ne söyleyebilirim ki, diyen k.p. (üzgünüm rumuzunuzu kısalttım çünkü küçük prens naif bir kitap kahramanı idi, sizin yorumlarınızla hiç bağdaşmayan bir şekilde) ne dediniz ki zaten, desem size.
    Yani evet bir şeyler demişsiniz, fakat dedikleriniz bir edebiyat bloğundaki bir eleştiri yazısına karşı bir görüş bildiren şeyler değil . ‘Hassasiyetiniz travmatik’, ‘iyi kitap kahramanı olurdunuz’ üslubunda şeyler.
    Eleştirdiğinizi sandığınız yazı, sübjektif olmasına rağmen, dayanakları olan, kendi içinde tutarlı bir yazı idi. Ve siz eleştirdiğinizi sandınız, sandınız çünkü Uğur Y.’nin yazısının içeriğine karşı hiçbir cevap vermemişsiniz.
    Bir görüşe karşı olarak eleştiride bulunmak istediğinizde, gerçekten görüşe karşı bir eleştiride bulunmanız gerekir.

    YanıtlaSil
  8. Hülya Soyşekerci daha dün "Üç renk blog"da yayınlanmış öykülerde oluşan "isimsiz" bir öykü kitabının editörü olmadı mı? lahana - perhiz ilişkisi işte...

    YanıtlaSil