Resimli çocuk kitabı çevirisi birçok kişiye ilk bakışta kolay görünür. “Her sayfada topu topu iki üç cümle var zaten, n’olacak?!” tepkisi ne yazık ki yalnızca meslekten olmayan kesimlerde değil, yayıncılık piyasasında da yaygın. Bu görüşe göre genelde çocuk özelde de resimli çocuk kitapları (picture book) kısa metinlerden ve basit cümlelerden oluştukları için çevrilmeleri de kolaydır ve az emek gerektirir.
Aksini ispat eden sayılı çeviri bilimsel araştırmaya ve sayısız pratik deneyime rağmen aynı görüşün kendini ısrarla koruması temelde iki nedene dayanıyor. Birincisi bilgisizlik. İkincisi ucuzculuk.
Resimli çocuk kitabı çevirmek bize kolay geliyor, çünkü inceliklerini bilmiyoruz.
Resimli çocuk kitabı çevirmeyi kolay göstermek işimize geliyor, çünkü böylesi daha ucuza mal oluyor.
Kolay ve ucuz bir işin amatörce yapılmasında şaşılacak yan yok.
“Çocuk edebiyatı yazmak mı zor yetişkin edebiyatı mı?” tartışması sürerken, buna bir de “çocuk edebiyatı çevirmek mi zor yetişkin edebiyatı mı?” tartışmasını eklemeyi gereksiz, dahası yanlış buluyoruz. Edebiyatın, sanatın herhangi bir özgün dalı ya da alanını diğerinin karşısına koymayı ve daha zordu-daha kolaydı diye fikir yürütmeyi sanatın özünden anlamayanlara bırakıyoruz.
Ancak her sanatsal üretimin kendine has incelikleri var ve
onu tüm zorlukları ve olanaklarıyla anlamak istiyorsak, büyütecimizi buraya
tutmalıyız.
Pedagojik/eğitsel amaçlı resimli çocuk kitaplarını bir yana bırakıp buna, sanatsal resimli çocuk kitaplarının çok şeyi az sözcükle, karmaşık gerçekleri yalın cümlelerle anlattığını da ekleyebiliriz. Her metinden bir alt metin çıkar. Ama resimli çocuk kitaplarında bu alt metin genelde metnin aslından daha ‘büyüktür’. Tıpkı sözcüklerin imgelerle, çağrışımlarla, ikili anlamlarla ‘yüklü’ olduğu gibi. (Resimli çocuk kitabı hikâyeleri melodik yapısıyla birlikte bu yönden de şiire benzer aslında.)
Buraya kadar değindiğimiz özellikler resimli çocuk
kitaplarının niye dümdüz çevrilemeyeceğini de ortaya koyuyor. Ne var ki eklenmesi
gereken birkaç önemli nokta daha var.
1- Resimli çocuk kitaplarının hedeflediği yaş grubu henüz
birçok kültürel farklılığı anlamlandırabilecek hayat ve okuma deneyimine sahip
değil. Bir okul çağı çocuğunun metnin bütünü içerisinde anlayabileceği,
öğrenebileceği birçok yabancı öğe o yaştaki bir çocuğun metni anlamasını
güçleştirebilir, hatta olanaksızlaştırabilir.
2- Birçok resimli çocuk kitabında tekerlemelere, dil ve
sözcük oyunlarına rastlanır. Bu da tekrar tekrar okunmalarına, hatta sıkça
çocuklar tarafından ezberlenmelerine,
yani erken yaşta dil duygusunu geliştirmelerine dayanır. Tekerlemeler, dil ve sözcük oyunları tüm
kültürlerde vardır ancak kültürden kültüre çeşitlilik gösterir.
3- Resimli çocuk kitabı çevirilerinde yabancı çocuk adları
genellikle hedef dildeki adlarla çevrilirler. Ne var ki çok şeyi az sözcükle
anlatan bu kitaplarda çocuk adları bile (çoğunlukla da özellikle) sık sık ya
doğrudan bir anlam taşırlar ya da belli çağrışımlar uyandırırlar.
4- Resimli çocuk kitaplarında sembolik anlatıma sıkça
başvurulur. Bu kendini resimlerde özellikle renk seçiminde (aşk için kırmızı,
hüzün için gri, korku için siyah gibi…) dışa vururken, metinde özel sözcük
seçimleriyle ifade bulur.
Saydığımız tüm bu noktalar (ve liste daha da uzatılabilir) resimli
çocuk kitabı çevirisinde gözetilmesi gerekir.
Yoksa ne mi olur? Yoksa ortaya Büyük Sözcük Fabrikası kitabı örneğinde daha ayrıntılı olarak ele
alacağımız felaket yaşanır.
Büyük Sözcük Fabrikası neden kulak tırmalıyor?
Hayır, Büyük
Sözcük Fabrikası kitabının çevirisi felaket gibi ağır bir tanımlamayı hak
etmiyor. Felaket olan Büyük Sözcük
Fabrikası gibi olağanüstü bir kitabın alelade bir çeviri yüzünden
etkisinden çok şey yitirmesi, sıradanlaşması, neredeyse heba olması.
Büyük Sözcük Fabrikası
Aylak Kitap’tan çıktı, yazar İsviçreli, çizer de Arjantinli. Ne yazık ki kitabın
künyesinde editör ve hangi dilden çevrildiği bilgisi yer almıyor. Yani bize, orijinal
dilden yani Fransızca’dan çevrilmiş olduğunu ummak kalıyor.
Şu cümleyle başlıyor kitap : “Bir ülke vardı ki orada
yaşayan insanlar neredeyse hiç konuşmazlardı. Bu büyük sözcük fabrikasının
ülkesidir.”
Birçok dile çevrilen ve bu ülkelerde yalnızca hikayesiyle
değil, özellikle melodik, şiirsel anlatımıyla övgüler alan kitabın bu ilk iki cümlesi,
Türkçe çeviride kulak tırmalayan, bırakalım melodik, düz okunması bile güç bir hal
almış.
Daha üçüncü cümledeyse zaman sorunuyla karşılaşıyor ve
geçmiş zamandan geniş zamana geçiş yapıyoruz. “Bu garip ülkede sözcükleri satın
almak ve onları söyleyebilmek için yutmak gerekir.”
Zaten, metnin şiirselliğini yitirmesinin, akıcı ve
melodik okunamamasının, bu yüzden de (özellikle de sesli okumada) doğru vurgulanamamasının
başlıca nedeni kitapta tekrar tekrar karşımıza çıkan zaman sorunu. Bir örnek
verelim:
“Cemile yandaki sokakta oturuyor. (Geniş
zaman) Özgür onun kapısını çaldı. (Geçmiş zaman) “Günaydın, nasılsın” diyemedi. (Geçmiş zaman) Çünkü bu sözcüklere sahip değil. (Geniş zaman) Onun yerine gülümsedi. Cemile’nin kiraz renginde bir
elbisesi vardı.” (Geçmiş zaman)
Türkçe’de zaman uyumu doğallığında bir ses uyumu ve okuma
kolaylığı getiriyor. Farklı dillerde zamanlar arasında geçişler her zaman bu
kadar irite edici bir etki bırakmıyor. Bu yüzden bazen resimli çocuk
kitapları çevirilerinde zamana sadık kalmak yerine, ses uyumuna dikkat etmek
daha doğru bir tercih olabiliyor. Özellikle de anlamda bir farklılık doğmuyor,
aksine melodik anlatım metnin doğru anlaşılmasını kolaylaştırıyorsa.
Kaldı ki Büyük Sözcük
Fabrikası’nda karşımıza çıkan çeviri sorunlarının orijinal dildeki zamana
sadık kalma kaygısından kaynaklandığını sanmıyoruz. Böyle olsaydı çevirmen,
kitabın küçük kahramanı Özgür için: “Çünkü bu sözcüklere sahip değil” derken, çöpe
atılmış sözcükler için, “Ama çöpe atılmış sözcükler fazla ilginç değillerdir,” demezdi,
herhalde. Zaman aynı seçim farklı, ancak
bu kez daha da zorlama ve bir çocuk kitabına hiç gitmeyen bir ifade tarzı
seçilmiş: “fazla ilginç değillerdir.”
Tabii kitapta çevirmenin (ya da editörün?) bilinçli tercihler
kullandığı yerler de var. Bunlardan biri kahramanların isimleri. Küçük Özgür,
onun sevdiği kız Cemile ve Özgür’ün rakibi Gürbüz var kitapta. Orijinal metinde
Özgür’ün adı Philèas, Cemile’ninki Cybelle, Gürbüz’ünki ise Oscar.
Fransızca isimlerin her üçü de hedef okur kitlesi
tarafından hemen anlaşılabilecek ya da onlarda belli çağrışımlar uyandıracak anlamlara
sahip değil, (Philèas eski Yunanca’dan geliyor ve dostluk veren anlamına
geliyor, Cybelle ismi Anadolu kökenli Kibele’ye yani tanrıların anasına
dayanıyor, Oscar’ın kaynağı hakkında ise kesin bir bilgi yok, ama bu ismin İskandinav
dillerinden çıktığı ve tanrı tarafından korunan kişi anlamına geldiği ileri
sürülüyor). Oysa Türkçe metin için seçilen Özgür ve Gürbüz isimlerinin kaynak dildeki hallerinin tersine
bariz anlamları var. Birçok sözcüğe sahip zengin çocuğuna Gürbüz , samimi
duygularından başka sermayesi olmayan çocuğa da Özgür adının verilmesi, orijinal
hikayenin alt metnine uymakla birlikte, basbaya çevirmenin kişisel katkısı
olarak değerlendirilebilir. Cemile adının neden seçildiğini bilmiyoruz. Sebep Fransız
ismi Cecile’yi hatırlatmasıysa, Cybelle’e
pekâlâ
Sibel de denebilirdi.
Ama önemli olan bu değil. Önemli olan çevirmenin (ya da
editörün?)metne katkı yapayım derken yazarın kaygılarını yeterince gözetmemesi.
Çünkü yazarın seçtiği isimler sembolik anlamlar taşımamasına karşın metnin
melodik yapısı içerisinde yerli yerine oturuyor. Hikayenin bütünü içinde kulağa
şiirsel geliyor. Aynı şeyin, “Özgür’ün söyleyebilecek bir sözcüğü daha
vardı. Uzun zaman olmuştu ki onu çöpte
keçi pisliklerinin, tavşan popolarının arasında bulmuştu,” gibi katur kutur
cümlelerle dolu Türkçe metin için söylenemeyeceğini daha önce de vurgulamıştık.
Zaten bu cümleyi örnek göstermemizin başka bir nedeni daha var. Kitapta çeviri
kaynaklı mantık hatasına dikkat çekmek istiyoruz. Çünkü kitabın sonuncu
sayfasında, ” Özgür’ün söyleyebilecek
bir sözcüğü daha vardı" vurgusu
yapıldıktan sonra, Özgür, “bir daha!”
diyerek aslında iki sözcük söylemiş
oluyor. Küçük bir ayrıntı gibi görünen bu sorun kitabın hikayesiyle birleştiğinde
(sözcüklerin tek tek satın alındığı ve söylenmek için yutulmak zorunda olduğu
bir ülke konu ediliyor) ve aynı hata tekrar edildiğinde (“Bu kelimeyi çok sevdi. Onu
büyük bir gün için saklıyordu.”) vahim bir hal alıyor.
Vahim, çünkü bu küçük ayrıntının fark edilmemesi, kitabın
alt metninin aslında ne çevirmen, ne de editör ve yayıncılar tarafından yeterince
anlaşılmadığına işaret ediyor. Vahim, çünkü bu küçük ayrıntı özensizliği ve
yazımızın en başında eleştirdiğimiz küçümser yaklaşımı düşündürüyor. Vahim, çünkü bu küçük ayrıntı büyük değil,
ufacık bir müdahaleyle düzeltilebilir (“Bir
sözcüğü daha vardı” yerine "bir çift
sözcüğü" daha vardı denebilir, ya da “bir daha!” yerine “yeniden”, “tekrar”
gibi tek sözcük seçilebilirdi mesela…) ve Türkiyeli okurların karşısına
olağanüstü güzellikteki bir kitapla çıkılabilirdi.
Kitedit’in yayın
politikası nedeniyle kitabın olumlu yönlerine burada daha fazla girmiyoruz.
Ancak eleştirimizle bağlantılı olarak şunları söylemekten geçemeyeceğiz: Derin
bir hikayesi, sözel kadar görsel olarak da son derece güçlü bir anlatımı,
şiirsel bir havası olan böylesi değerli bir resimli çocuk kitabını bulup
çıkarmak, aslında ve özellikle de yeni bir yayınevi için büyük bir başarı. Baskısı ve tasarımı
da şevkle yayına hazırlandığını düşündürüyor. Ama tam da bu gerçekler, aynı
özenin çeviride niçin gösterilmediğini anlamamızı zorlaştırıyor. Çünkü
nihayetinde Türkçe metnin şu hali onun küçük-büyük okurlarına, ondan da önemlisi
kitabın asıl sahibi yazar ve çizere kocaman bir haksızlık anlamına geliyor.
Belçika'da yaşıyorum ve eşim Belçikalı. Eşim çocuklara kendi dilinde , yani Hollandaca kitaplar okuyor, ben ise Türkçe. Aynı kitabın hem Türkçe hem de Hollandaca baskısını bulduğumuzda ise seviniyoruz. Sözcük fabrikası kitabının özensiz çevrildiğini okuyunca aslında üzüldüm. Bu kitap Hollandaca olarak kütüphanemizde var. Türkçesini almakta tereddüt ediyorum, alırsam -çoğu zaman yaptığım gibi- çevirisini kendim düzetlerek okuyacağım.
YanıtlaSilMaalesef Türkçe çocuk kitaplarındaki vasatlık ve her alanda özensizlik(resim, baskı kalitesi, yazı, çeviri) diz boyu. Belçika daha küçük bir pazar, daha az kitap basılıyor ama baskılar ve yazılar çok daha iyi.
Mesela Belçika'da tüm çocukların ve yetişkinlerin bildiği Jip ile Janneke serisi de var. Çok ama çok başarılı. İnternetten Türkçe baskısını ısmarladım. Umuyorum ki iyi çevrilmiştir. O kitabın eleştirisini yaparsanız çok memnun olurum.
Saygılarımla
Şu an bu Kitabın çevirisi hala aynı durumda mı?? Harika bir yazı , emeğinize sağlık
YanıtlaSil