21 Kasım 2012 Çarşamba

“Zekâ ve zevk”


“Röportajda bir ilk ya da Kitedit’in ilk röportajı” başlıklı yazımızda eleştirdiğimiz kitapların sahibi yazar ve yayınevlerinden bugüne dek herhangi bir yanıt ya da yorum almadığımızı, muhataplarımızın cevap hakkını kullanmak yerine susma hakkını kullanmayı yeğlediklerini ifade etmiştik. Şimdi bu iddiamızı düzeltme gereği duyuyoruz. Hem de bugüne dek, ne Kitedit’e ulaşan ne de başka bir mecrada yayınlanan açık bir yanıta rastlamamış olmamıza rağmen.
İddiamızı düzeltme ihtiyacı hissetmemizin nedeni son günlerde medyada okuduğumuz çeşitli yazı ve röportajlarda karşımıza çıkan örtülü yanıtlar.  Bu örtülü yanıtların doğrudan Kitedit’i adres göstermemeleri onları yok saymamamızın önünde engel değil. Aksine, biz bu örtülü yanıtları ciddiye alıyor ve muhataplarımızdan farklı olarak açık yanıt verme hakkımızı kullanmak istiyoruz.
İşe, örtüleri biraz aralamakla başlayacağız.
Okurlarımızın hatırlayabileceği gibi 24 Eylül ve 1 Ekim 2012 tarihli, arka arkaya yayınlanan ve aslında birbirinin devamı olan “Ey edebiyat sen bari kolla gençleri!” ile “Ey edebiyat böyle kollayamazsın gençleri!” başlıklı yazılarımızda gençlik edebiyatını konu etmiş ve Türkiye’de “bu alanda söz sahibi olmaya çalışan ikinci ve (ilkinin ömrünün epey kısa sürmesi nedeniyle de) halen varlığını sürdüren tek yayıncılık girişimi” ON8 markasının gençlik edebiyatını sorun edebiyatına indirgeyen bakışını ele almıştık. Devamında da bu bakışın uzantısı eklektik programını gerek genel çizgileriyle, gerekse de ON8’den çıkan iki kitap özelinde ayrıntılı bir şekilde eleştirmiştik.  
Geçtiğimiz günlerde ise (15 Kasım 2012) sözü edilen eleştirilerin baş muhatabı olan ON8 markasının yayın yönetmeni Müren Beykan’ın Vatan Kitap’ta “En Tutkulu Okur Çocuklar” başlıklı makalesi yayınlandı. Sayın Beykan yazısında gençlik edebiyatına da değiniyor:
“Çocuk ve gençlik edebiyatı bu yıl gerek Bolonya’da gerekse Frankfurt’ta dizilerle uzayıp giden bir pazarlama geleneğinin esiri olmayı sürdürüyor. Tek kitapların sayısı ciddi oranda az. Ve her yayınevinin yakınması: Oğlanlar ve delikanlılar az okuyor!
Bizde de öyle. Sık sık dile getirilen bu gerçeği aşmak için ON8 markasının çabasına edebiyatta yeni yeni gençlik açılımları eklenecek umudundayım. Bizde daha ziyade, nedense olumsuzlanarak tartışılma eğilimi olduğunu şaşırarak izlediğim “gençlik” kitapları, geçen yıllardan farklı bir çıkış yansıtmıyorlar: Bu yıl da distopyalar gençlerin vazgeçilmezleri; vampir, melek ve zombisiz kurguların sayısı gerçekten az.”
Buraya uzun uzun aktardığımız paragrafta bizi asıl olarak ilgilendiren:  “Bizde daha ziyade, nedense olumsuzlanarak tartışılma eğilimi olduğunu şaşırarak izlediğim ‘gençlik’ kitapları” ifadesi. Çünkü tam da bu ifade Beykan’ın Kitedit’in ON8’e dönük eleştirilerinden rahatsız olduğunu, ya da onun örtülü ifadesiyle bu tür eleştirileri “şaşarak izlediği”ni ortaya koyuyor.
Yoksa havadan nem mi kapıyoruz? Cümleyi bağlantılarından kopartarak cımbızladığımızda öyle gibi görünüyor.  Öyleyse paragraf(lar)a daha bütünlüklü bakalım. Müren Beykan önce uluslararası pazarda dizilerin hâkimiyetinden ve oğlanların okumamasından hayıflanıyor. Ardından “bizde de öyle” deyip “sık sık dile getirilen bu gerçeği aşmak için ON8 markasının çabasına edebiyatta yeni yeni gençlik açılımları”nın eklenmesini umduğunu ifade ediyor. Hemen sonraki cümlede de “bizde” gençlik kitapların “genelde olumsuzlanarak tartışılma”sına şaştığını söylüyor. Ama bununla kastettiği vampirli, melekli, zombili gençlik kitapların olumsuzlanması değil. Ne de olsa “vampir, melek ve zombisiz kurguların sayısı gerçekten az” diyen de kendisi.
Sözü oğlanların okumamasından ve dizilerle uzayıp giden pazarlama geleneğinden alıp, hiç yeri yokken ON8 markasına getirdiğine ve henüz bu markadan başka yeni yeni gençlik açılımları göremediğine (ama özlediğine)  göre, Müren Beykan’ın kastettiği ve şaştığı şey ON8 markasının eleştirilmesi. (Yoksa yanılıyor muyuz? Yoksa ON8’in erkek okurlarına dönük özel bir politikası var da biz mi bilmiyoruz? Yoksa daha yeni Mavi Kirazlar Dizisi’ni yayınlayan ve bu diziyi tam da sözü edilen pazarlama geleneğinin en renkli biçimleriyle pazara süren bu aynı marka değil mi?) Peki, basında ve sosyal medya platformlarında  ON8 girişimine onca övgüler dizilirken, coşkulu tanıtımlar yapılırken, onların arasından sıyrılan ve sap gibi göze batan eleştirel yaklaşım kime ait? Tabii ki Kitedit’e. 
Bir editörün eleştirel eleştiriye nasıl yaklaşması gerektiği konusundaki görüşlerimizi yazımızın bir sonraki aşamasına saklarken, gençlik kitaplarını “olumsuzlayarak tartışan” değil ama reel örneklerine eleştirel yaklaşan yazılarımızın arkasında olduğumuzu vurgulamakla yetinelim ve “örtülü yanıt” olarak yorumladığımız başka bir örneğe geçelim.
Kitedit’te 29 Ekim’de yayınlanan “Çat Kapı Dayım” Büyük Hayal Kırıklığım! adlı yazı henüz hafızalardaki tazeliğini koruyor. Uğur Y. imzalı bu yazının eleştiri okları yalnızca Çat Kapı Dayım kitabının yazarı Fadime Uslu’ya değil, aynı zamanda onun editörü Müren Beykan’a da yöneliyor ve eser nezdinde irdelediği tabloyu bir “editörlük faciası” olarak nitelendiriyor.
Rastlantıya bakın ki Müren Beykan’ın Akşam Kitap’ta 15 Kasım 2012’de yayınlanan son röportajının önemli bir bölümü de editörlük kurumuyla ilgili. Kendisine editörlük ölçütleri sorulduğunda bakın nasıl yanıt veriyor:
“…Özellikle çocuk kitabında, kitabı yaratacak tarafların ahenkle sonuca ulaşabilmesi, editörün becerisiyle özdeş, belki de. Günışığı Kitaplığı’nda editörle çalışmak bir ayrıcalık değil, olmazsa olmazdır. Her kitap bir zekâ, bir zevk eseri olmalıdır. Yazar yaratıcı kişidir, ama ekibin de parçasıdır. Edebiyat kitabı ticari bir üründür –tersini iddia edemeyiz; demek ki, hiçbir ayrıntı şansa bırakılamaz.”
Beykan’ın asıl soruya yanıt vermek, yani kendi editörlük ölçütlerini açıklamak yerine editörlük kurumunun genel önemine vurgu yapması dikkate değer kuşkusuz. Ama bize Kitedit olarak asıl şaşırtıcı ve bir o kadar da irite edici gelen, Günışığı ekolünün her fırsatta tekrarladığı bu vurgunun Müren Beykan’ın ifadeleriyle taşındığı uç nokta. Sayın Beykan önce Günışığı Kitaplığı’nda editörle çalışmanın bir olmazsa olmaz olduğunun altını çiziyor, ardından da bize bunun nedeni açıklıyor: “Her kitap bir zekâ, bir zevk eseri olmalıdır!” Yani basbayağı kitaba zekâyı da zevki de katan editördür, demeye getiriyor. Ardından gelen “Yazar yaratıcı kişidir, ama ekibin de parçasıdır,” cümlesi de bu fazlasıyla büyük, bu fazlasıyla havalı, bu -yazar, çizer ve çevirmen adına- fazlasıyla küçümseyici iddiayı dengeleyemiyor.
90’ların sonu 2000’li yılların başında, editörlük henüz oturmamış, genel kabul görmeyen bir kurumken,  Günışığı Kitaplığı’nda editörle çalışmanın olmazsa olmaz olduğunu vurgulamak anlamlıydı, kuşkusuz. Ama artık, merdiven altı yayıncılığı yapan ciddiyetsiz istisnaları bir yana bırakırsak (ki böyleleri hep çıkacak), bu vurgunun sürekli tekrarlanmasını gerekli kılan bir tablo yok . Aksine bugün ülkemizde editörlük, çocuk ve gençlik kitapları dahil yayıncılığın her kolunda kurumsallaşmış, saygın ve son derece revaçta bir meslek.  Böyle olduğunu aslında Müren Beykan da biliyor. Ama bundan pek de mutluymuş gibi bir izlenim bırakmıyor.  Öyle ya,  aynı röportajda kendisinden “gönlünde editörlük yatan gençlere tek bir öneri”  vermesi istenince “Bugünlerde herkes doğuştan editör diyebiliriz, okuldan mezun olan hele ki yabancı dil de biliyorsa, soluğu çevirmenlikte ya da editörlükte almak istiyor,” diye hayıflanmakta bir sakınca görmüyor.
Kim bilir, belki de sayın Beykan’ın, editörlükle ilgili ölçütlerini açıklayacağı yere, editörlük kurumunu onca uç ve yanlış (ya da doğru?) anlaşılmaya müsait ifadelerle yüceltmeye çalışmasının Kitedit’in Çat Kapı Dayım kitabı özelinde onun editörlüğüne dönük eleştirisiyle herhangi bir ilgisi yok. Belki de Müren Beykan,  geçmişte editör olarak kitaplara kattığı değer ve yayıncılık adına verdiği hizmet üzerine yine dikkat çekecek denli sık ama az-çok dengeli açıklamalar yaparken, bugün “her kitap bir zekâ, bir zevk eseri olmalıdır!” noktasına gelmesinin arkasında bambaşka nedenler yatıyor.
Ama ortaya çıkan tablo bu haliyle de yeterince düşündürücü.
Ne demek istediğimizi daha iyi anlatmak için önsezileriyle, konuya çok yönlü, derinlikli ve mütevazı yaklaşımlarıyla dikkat çeken ve editörlük mesleğinin duayeni sayılan Tanıl Bora’ya, daha doğrusu onun Virgül Dergisi’nde 2004 yılında yayınlanan “Editör Kimdir, Eserleri Nelerdir?” üst başlıklı yazı dizisine başvurmak istiyoruz. Yazımızın devamında onun söyledikleriyle Müren Beykan’ın bazı ifadelerini karşı karşıya değil ama yan yana koyacağız.
Bakalım Tanıl Bora, Müren Beykan’ın Akşam Kitap’taki röportajında “Edebiyat kitabı ticari bir üründür –tersini iddia edemeyiz; demek ki, hiçbir ayrıntı şansa bırakılamaz” tek cümlesiyle geçip gittiği ve demek ki diyerek tümüyle ticaret kurallarına/mantığına tabi kıldığı editörlük-piyasa ilişkileri konusuna nasıl yaklaşıyor:
“(…) İşletmeci-olarak-yayıncılık işiyle editörlük işinin –ve bu işi yapanların- büsbütün ayrışmadığı, görece az endüstrileşmiş ortamlarda ise, editörün yayına hazırlık sürecinin tamamına bir ucundan karıştığı gibi, kitabın tanıtımıyla da ilgilenmesi acayip sayılmaz; bu, kitabı ‘sahiplenmenin’ bir parçasıdır.
Tabii bu noktada editörün arz ve takdimi “alemumum” reklamcı/pazarlamacı tavrıyla değil, bir kitabı gerçekten benimsemenin, sahiplenmenin fonksiyonu olarak yerine getirmesi önemli bir ölçüt. Kitabın kıymeti harbiyesinin sanki medyada birkaç anılma/görülme fırsatı sağlama “kapasitesine” göre değerlendirilebildiği bir vasatta, sattırmayı istediği kitabı “satmamalıdır” editör. Elinin uzanabildiğince, kitabın klişelerle, ezbere imgelerle, bedava övgülerle takdimine mahal vermemeli –hiç değilse bunu yapan o olmamalıdır! Eleştirmenliği ikame edecek değildir şüphesiz, ama iyi (yani eleştirel!) eleştirmenliği teşvik edecek bir ortamın oluşmasına katkıda bulunmasını bekleyebiliriz ondan.
Piyasa meselesinde “iyi” editörden beklenen ikinci iş, piyasa koşullarını, mümkün mertebe piyasa-ötesi veya piyasaya rağmen bazı kaygıları gözeterek değerlendirmeye çalışması olabilir. Yayın portföyünün toplamı içinde bir telafi-denge mekanizmasını gözeterek, satma şansı düşük ama “iyi” kitapları araya sokmak için fırsatını kollamak… Bir “gizli yayın programı” ile pusuya yatmak…"
Burada çarpıcı olan yalnızca Tanıl Bora’nın, “edebiyat kitabı ticari bir üründür, demek ki hiç bir ayrıntı şansa bırakılamaz” diyen Müren Beykan’dan farklı olarak, “iyi” editörden piyasa-ötesi ya da piyasaya rağmen kararlar almasını beklemesi değil. (Ki çocuk ve gençlik yayıncılığının neredeyse tümüyle piyasa kurallarına teslim edildiği bir aşamada bunun üzerinde herkesin derin derin düşünmesi gerekir.) Tanıl Bora ayrıca son derece önemli başka bir noktaya vurgu yaparak,  editörün eleştirel eleştirmenliği teşvik edecek bir ortamın oluşmasına katkıda bulunmasını da istiyor.

Kitedit olarak bu isteğe genel olarak katılmakla kalmıyor, özel olarak Müren Beykan ve muhatabımız diğer editörlerden bize ve eleştirel eleştiri yazılarımıza bu bakış açısıyla yaklaşmalarını da diliyoruz.
Ama Tanıl Bora’nın görüşleriyle devam edelim ve Virgül’deki yazı dizisinde editörlükle iktidar, pathos (bu iki kavramı aynı zamanda alt başlık olarak kullanıyor) arasında nasıl bir bağ kurduğuna bakalım:
“Hizmet” mefhumu, onu çok seven Türk sağ siyasal söyleminin onyıllardır işlediği üzere, fedakârlığı, adanmışlığı, diğerkâmlığı, benliği/’enaniyeti’ aşmışlığı çağrıştırır. Yine aynı söylemsel çağrışım evreninin içinde, biliriz ki, müthiş bir güç istemi vardır. ‘Hizmet etmek’ istediğini söyleyen, aslında, güç istiyordur. (…)
Öyle ki, kimi editörlere kulak verdiğinizde, kitap yazarın değil de sanki editörün-mü izlenimine kapılabilirsiniz – aslında, ‘zaman zaman’ kaydıyla ve derece farkıyla, kulak verdiğiniz hemen her editör bu izlenime kapılmanıza yol açacaktır! Bir metni zor zahmet adam ettiğinden bahsetmek, editörün küçük dünyasına özgü avcı hikayesidir, çapkınlık böbürlenmesidir.
(…) Yayına hazırladığı kitabı kendi yazmış gibi benimsemek, editörlüğün pathos’udur. Mesele, bunu kıskançlıkla yapmakla empatiyle yapmak arasındaki farktadır. Editör-yazar ilişkisi hakkında geçen yazıyı hatırlatayım bu vesileyle… Editörün iktidarını kendi mevkii ve şanı adına değil, okuru/okunurluğu gözetme adına “kamu adına” kullandığını ara ara kendi kendisine hatırlatmasında fayda olabilir.”
Evet, “Günışığı Kitaplığı’nda editörle çalışmak bir ayrıcalık değil, olmazsa olmazdır. Her kitap bir zekâ ve zevk ürünü olmalıdır,” diyen sayın Beykan, bunları ara ara siz de kendi kendinize hatırlatsanız, ne iyi olur! Belki o zaman ayaklarınız daha çok yere değer ve ulu editörlük mevkisini/mevzisini kıskançlıkla savunurken, “Bugünlerde herkes doğuştan editör diyebiliriz, okuldan mezun olan hele ki yabancı dil de biliyorsa, soluğu çevirmenlikte ya da editörlükte almak istiyor” demek yerine, gönlünde editörlük yatan gençlere daha hoşgörülü ve size yakıştırılan “usta”lığın getirdiği ağırbaşlığıyla, öğrenmeye de öğretmeye de açık sevecenliğiyle yaklaşırsınız. Bu o kadar da zor değil. Yine işin duayeni Tanıl Bora’yı örnek gösterelim:
“Ama ben Türkiye’de editörlüğün fiili iş tanımındaki muğlaklıkta, dağınıklıkta, aşırı-profesyonelleşmiş bir editörlük faaliyetinin eksiltebileceğini zannettiğim bir heyecan ve tutkunun pınarını da görüyorum.  ‘Kitap hazırlama’ uğraşının her bir aşamasına ara ara bulaşıyor olmak, yayıncılıkta eksik kalmaması gereken hazza katkıda bulunur. Ulu editörlük mevkii ile mütekâmil düzeltmenlikten ibaret angaryalar arasında mutlak bir kopukluk olmaması, nefsi terbiye edicidir: Kitaba “değen” her beşeri varlığın kapılabileceği, uhrevi bir işle uğraşıyor olma duygusunun, sersemce bir burnu büyüklüğe dönüşmesini önleyebilir. Hatta bu bakımlardan, editörlük faaliyetinin meraklı öğrencilerin, meczup bibliyofillerin mevsimlik işçiler gibi gelip geçmesine açık olması da, insanların özlük hakları korunduğu ve yapıyı bu gelgitlere dayanıklı kılacak sabiteler var kaldığı müddetçe, hayırlıdır ve neşe verir!
Tanıl Bora’ya saygı ve teşekkürlerimizi sunup, onu alıntılamaya son verirken, Müren Beykan’a sormak istediğimiz bir soru ve bir önerimiz daha olacak.
Soru şu: Editörlük Günışığı Kitaplığı’nın olmazsa olmazıysa (ki bizce de öyle olması gerekiyor), neden onun alt markası ON8 kitaplarının hali hazırda bir editörü yok? Var da, Günışığı Kitaplığı her fırsatta okurlarına künyede editör bilgisine yer veren eserleri tercih etmesini öğütlerken ON8 markasının kitaplarında, program broşüründe ve resmi web sayfasında mı yazmıyor? Var da, bizden mi saklanıyor?
Naçizane önerimize geleceksek. Sayın Beykan’ın edebiyat, editörlük, çocuk ve gençlik kitapları, yayıncılığın çeşitli sorunları gibi konular üzerine kaleme aldığı gazete makalelerini kamu ya da okurla paylaşmadan önce işinin ehli bir editöre okutmasında fayda olacağını düşünüyoruz.
Bu makalelerin çoğu kere oldukça muğlak, birbiriyle çelişen ya da her tarafa çekilebilen ifadeler içerdiklerinden değil. Anlatım tarzını zayıf bulduğumuzdan da değil.  Yalnızca ve yalnızca maddi bilgi hatalarına mahal vermemek için. Zira, sayın Müren Beykan da çok iyi bilir ki, koca bir düşünce silsilesinin maddi bilgi eksiklikleri/hataları yüzünden çöküvermesi bir metnin başına gelebilecek en büyük talihsizliklerden biridir. Editörün en temel görevi de (özellikle de maddi verilere, bilgilere dayanan non-fiction metinlerde)  böyle hataları zamanında (yani yazı kamu karşısına çıkmadan) saptayıp, bu tür talihsizliklerin önüne geçmektir.
Aksi takdirde ne mi olur? Aksi takdirde,  Beykan’ın Günışığı Kitaplığı editörü ya da ON8 yayın yönetmeni kimliğiyle değil, çocuk ve gençlik edebiyatında uzman kimliğiyle kaleme aldığı ve Vatan Kitap’ta (bu uygulamayı gizli reklam riski ve medyanın bağımsızlığı bağlamında Vatan Kitap adına doğru bulmadığımızı ayrıca vurgulayalım) az çok periyodik olarak yayınlanan yazıların sonuncusundaki gibi bir tablo çıkar karşımıza.
“En Tutkulu Okur Çocuklar” başlıklı yazının alt başlığı “Mesajsız kitaba ödül.” Onun altındaysa aşağıdaki koca paragraf ve sahiden de ilginç yorum yer alıyor:
“Edebiyat alanının saygın ödüllerinden, Almanca’ya çevrilmiş herhangi bir dildeki çocuk ya da gençlik edebiyatı kitabına verilen Alman Gençlik Edebiyatı Ödülü’nün fuar sırasında açıklanan sonucu şaşırttı: Ödül, 1982 doğumlu Alman yazar ve sinemacı Finn-Ole Heinrich’in, İzlanda kökenli Norveçli illüstratör R•n Flygenring’in desenleriyle canlanan, Frerk, du Zwerg! (Frerk, Seni Cüce!) adlı kitabına değer görüldü. Şaşırtıcı olan, seçici kurulun karar gerekçesiydi. Kurul, bu resimli kitabı eğlenceli olduğu ve özellikle hiç ‘mesaj’ içermediği için seçtiğini vurgulamıştı. Değil açık, gizli didaktik söylemli kitapların da itici bulunmaya başlandığına güçlü bir örnek oluşturdu bu ödül kuşkusuz. Nihayet!”
Oysa ki, Frankfurt fuarında söz konusu ödül törenine katılma şansı yakalayanların da, seçici kurulun resmi karar gerekçesini okuyanların da rahatlıkla bilebileceği gibi (merak edenler karar gerekçesine Alman Gençlik Edebiyatı Ödülü’nün resmi web sitesinden ulaşabilir:  http://www.djlp.jugendliteratur.org/kinderbuch-2/artikel-frerk_du_zwerg-3777.html) “mesajsız kitaba ödül” iddiası kaba bir maddi bilgi hatasına ve derin bir yanılgıya dayanıyor. Jürinin karar gerekçesinde ne kitabın mesaj taşımadığına ilişkin herhangi bir vurgu var, ne de ödül bununla gerekçelendiriliyor.  Bu maddi bilgi hatasından güç alarak, didaktik söylemli olmayan kitapları “mesajsız” olarak nitelendirmek ayrı bir ilginçlik. Ama bizi öncelikli olarak ilgilendiren sayın Beykan’ın bu hayli “özgün” yorumu değil. Bizi öncelikli olarak ilgilendiren devamında söyledikleri. Çünkü Alman Gençlik Edebiyatı Ödülü’nü takip edenlerin mutlaka şaşkınlıkla okudukları gibi, sonrasında gelen iddia ve vurgu da (ikinci bir) maddi bilgi hatasına dayanıyor. Devamını şöyle getiriyor Beykan: “Değil açık, gizli didaktik söylemli kitapların da itici bulunmaya başlandığına güçlü bir örnek oluşturdu bu ödül kuşkusuz. Nihayet!”
Yalnızca bu yıl değil önceki yıllarda da Alman Gençlik Edebiyatı Ödülü’ne değer görülen eserlere (ister bir bütün olarak ister tek tek) bakıldığında bu kitapların mesaj taşımadığını söylemek hayli zorken, açık ya da gizli didaktik söylemli kitaplar olmadığını söylemek de o ölçüde kolay. 2008’de çocuk kitabı dalında Paula Fox’un Ein Bild für Ivan / Ivan için bir resim, 2005’de aynı dalda Zoran Drvenkar’ın (Victor Caspak, Yves Lanois takma adıyla) Die Kurzhosengang / Kısa Pantolonlular Çetesi ve daha da geri gidersek 2000’de de yine çocuk kitabı dalında Bjerne Reuter’in Hodder, der Nachtschwärmer/Hodder, Gece Kelebeği adlı eserlerin ödüle layık görüldüğünü hatırlamak, hatırlatmak tek başına yeter.
Yani ortada ne Müren Beykan’ın çoktandır, sabırsızlıkla beklediği bir gelişmenin sonunda vuku bulması gibi bir gerçek var, ne de ona “Nihayet!” dedirtecek bir durum. Aksine tablo ona “Günaydın!” dememizi haklı kılıyor. Hem de iki bağlamda.
Günaydın, Alman Gençlik Edebiyatı Ödülü yıllardan bu yana didaktik söylemli olmayan kitaplara veriliyor! Günaydın, işinin ehli bir editörle çalışmak gerçekten olmazsa olmaz,  çünkü diğer katkıları bir yana bir makalenin, temel yorumlarını/görüşlerini maddi bilgi hatalarına dayandırması yüzünden ciddiyetinden ve güvenilirliğinden çok şey yitirmesini önleyebilir!
Not:  Yazıdaki tüm vurgular bize aittir.  

1 yorum:

  1. "Bugünlerde herkes doğuştan editör diyebiliriz, okuldan mezun olan hele ki yabancı dil de biliyorsa, soluğu çevirmenlikte ya da editörlükte almak istiyor”
    müren beykanın bu sözlerinin psikolojik alt yapısı kendisinin hiçbir yabancı dil bilmiyor olması olabilir.

    YanıtlaSil