“Röportajda bir ilk ya da
Kitedit’in ilk röportajı” başlıklı yazımızda eleştirdiğimiz kitapların sahibi
yazar ve yayınevlerinden bugüne dek herhangi bir yanıt ya da yorum
almadığımızı, muhataplarımızın cevap hakkını kullanmak yerine susma hakkını
kullanmayı yeğlediklerini ifade etmiştik. Şimdi bu iddiamızı düzeltme gereği
duyuyoruz. Hem de bugüne dek, ne Kitedit’e ulaşan ne de başka bir mecrada
yayınlanan açık bir yanıta rastlamamış olmamıza rağmen.
İddiamızı düzeltme ihtiyacı
hissetmemizin nedeni son günlerde medyada okuduğumuz çeşitli yazı ve
röportajlarda karşımıza çıkan örtülü yanıtlar. Bu örtülü yanıtların doğrudan Kitedit’i adres
göstermemeleri onları yok saymamamızın önünde engel değil. Aksine, biz bu örtülü
yanıtları ciddiye alıyor ve muhataplarımızdan farklı olarak açık yanıt verme
hakkımızı kullanmak istiyoruz.
İşe, örtüleri biraz
aralamakla başlayacağız.
Okurlarımızın
hatırlayabileceği gibi 24 Eylül ve 1 Ekim 2012 tarihli, arka arkaya yayınlanan
ve aslında birbirinin devamı olan “Ey edebiyat sen bari kolla gençleri!” ile
“Ey edebiyat böyle kollayamazsın gençleri!” başlıklı yazılarımızda gençlik
edebiyatını konu etmiş ve Türkiye’de “bu alanda söz sahibi olmaya çalışan
ikinci ve (ilkinin ömrünün epey kısa sürmesi nedeniyle de) halen varlığını
sürdüren tek yayıncılık girişimi” ON8 markasının gençlik edebiyatını sorun
edebiyatına indirgeyen bakışını ele almıştık. Devamında da bu bakışın uzantısı
eklektik programını gerek genel çizgileriyle, gerekse de ON8’den çıkan iki
kitap özelinde ayrıntılı bir şekilde eleştirmiştik.
Geçtiğimiz günlerde ise (15
Kasım 2012) sözü edilen eleştirilerin baş muhatabı olan ON8 markasının yayın
yönetmeni Müren Beykan’ın Vatan Kitap’ta “En Tutkulu Okur Çocuklar” başlıklı makalesi
yayınlandı. Sayın Beykan yazısında gençlik edebiyatına da değiniyor:
“Çocuk ve gençlik edebiyatı
bu yıl gerek Bolonya’da gerekse Frankfurt’ta dizilerle uzayıp giden bir
pazarlama geleneğinin esiri olmayı sürdürüyor. Tek kitapların sayısı ciddi oranda
az. Ve her yayınevinin yakınması: Oğlanlar ve delikanlılar az okuyor!
Bizde de öyle. Sık sık dile
getirilen bu gerçeği aşmak için ON8
markasının çabasına edebiyatta yeni yeni gençlik açılımları eklenecek
umudundayım. Bizde daha ziyade, nedense
olumsuzlanarak tartışılma eğilimi olduğunu şaşırarak izlediğim “gençlik”
kitapları, geçen yıllardan farklı bir çıkış yansıtmıyorlar: Bu yıl da
distopyalar gençlerin vazgeçilmezleri; vampir, melek ve zombisiz kurguların
sayısı gerçekten az.”
Buraya uzun uzun aktardığımız
paragrafta bizi asıl olarak ilgilendiren: “Bizde daha ziyade, nedense olumsuzlanarak
tartışılma eğilimi olduğunu şaşırarak izlediğim ‘gençlik’ kitapları” ifadesi.
Çünkü tam da bu ifade Beykan’ın Kitedit’in ON8’e dönük eleştirilerinden
rahatsız olduğunu, ya da onun örtülü ifadesiyle bu tür eleştirileri “şaşarak
izlediği”ni ortaya koyuyor.
Yoksa havadan nem mi
kapıyoruz? Cümleyi bağlantılarından kopartarak cımbızladığımızda öyle gibi
görünüyor. Öyleyse paragraf(lar)a daha
bütünlüklü bakalım. Müren Beykan önce uluslararası pazarda dizilerin hâkimiyetinden
ve oğlanların okumamasından hayıflanıyor. Ardından “bizde de öyle” deyip “sık
sık dile getirilen bu gerçeği aşmak için ON8 markasının çabasına edebiyatta
yeni yeni gençlik açılımları”nın eklenmesini umduğunu ifade ediyor. Hemen
sonraki cümlede de “bizde” gençlik kitapların “genelde olumsuzlanarak
tartışılma”sına şaştığını söylüyor. Ama bununla kastettiği vampirli, melekli,
zombili gençlik kitapların olumsuzlanması değil. Ne de olsa “vampir, melek ve zombisiz
kurguların sayısı gerçekten az” diyen
de kendisi.
Sözü oğlanların
okumamasından ve dizilerle uzayıp giden pazarlama geleneğinden alıp, hiç yeri yokken ON8 markasına
getirdiğine ve henüz bu markadan başka yeni yeni gençlik açılımları
göremediğine (ama özlediğine) göre, Müren
Beykan’ın kastettiği ve şaştığı şey ON8 markasının eleştirilmesi. (Yoksa
yanılıyor muyuz? Yoksa ON8’in erkek okurlarına dönük özel bir politikası var da
biz mi bilmiyoruz? Yoksa daha yeni Mavi Kirazlar Dizisi’ni yayınlayan ve bu
diziyi tam da sözü edilen pazarlama geleneğinin en renkli biçimleriyle pazara
süren bu aynı marka değil mi?) Peki, basında ve sosyal medya
platformlarında ON8 girişimine onca
övgüler dizilirken, coşkulu tanıtımlar yapılırken, onların arasından sıyrılan
ve sap gibi göze batan eleştirel yaklaşım kime ait? Tabii ki Kitedit’e.
Bir editörün eleştirel
eleştiriye nasıl yaklaşması gerektiği konusundaki görüşlerimizi yazımızın bir
sonraki aşamasına saklarken, gençlik kitaplarını “olumsuzlayarak tartışan”
değil ama reel örneklerine eleştirel yaklaşan yazılarımızın arkasında
olduğumuzu vurgulamakla yetinelim ve “örtülü yanıt” olarak yorumladığımız başka
bir örneğe geçelim.
Kitedit’te 29 Ekim’de
yayınlanan “Çat Kapı Dayım” Büyük Hayal
Kırıklığım! adlı yazı henüz hafızalardaki tazeliğini koruyor. Uğur Y.
imzalı bu yazının eleştiri okları yalnızca Çat
Kapı Dayım kitabının yazarı Fadime Uslu’ya değil, aynı zamanda onun editörü
Müren Beykan’a da yöneliyor ve eser nezdinde irdelediği tabloyu bir “editörlük
faciası” olarak nitelendiriyor.
Rastlantıya bakın ki Müren
Beykan’ın Akşam Kitap’ta 15 Kasım 2012’de yayınlanan son röportajının önemli
bir bölümü de editörlük kurumuyla ilgili. Kendisine editörlük ölçütleri sorulduğunda bakın nasıl yanıt veriyor:
“…Özellikle çocuk kitabında,
kitabı yaratacak tarafların ahenkle sonuca ulaşabilmesi, editörün becerisiyle özdeş, belki de. Günışığı Kitaplığı’nda
editörle çalışmak bir ayrıcalık değil, olmazsa olmazdır. Her kitap bir zekâ, bir zevk eseri olmalıdır. Yazar yaratıcı
kişidir, ama ekibin de parçasıdır. Edebiyat
kitabı ticari bir üründür –tersini iddia edemeyiz; demek ki, hiçbir ayrıntı şansa bırakılamaz.”
Beykan’ın asıl soruya yanıt
vermek, yani kendi editörlük ölçütlerini açıklamak yerine editörlük kurumunun
genel önemine vurgu yapması dikkate değer kuşkusuz. Ama bize Kitedit olarak
asıl şaşırtıcı ve bir o kadar da irite edici gelen, Günışığı ekolünün her
fırsatta tekrarladığı bu vurgunun Müren Beykan’ın ifadeleriyle taşındığı uç
nokta. Sayın Beykan önce Günışığı Kitaplığı’nda editörle çalışmanın bir olmazsa
olmaz olduğunun altını çiziyor, ardından da bize bunun nedeni açıklıyor: “Her
kitap bir zekâ, bir zevk eseri olmalıdır!” Yani basbayağı kitaba zekâyı da
zevki de katan editördür, demeye getiriyor. Ardından gelen “Yazar yaratıcı
kişidir, ama ekibin de parçasıdır,” cümlesi de bu fazlasıyla büyük, bu
fazlasıyla havalı, bu -yazar, çizer ve çevirmen adına- fazlasıyla küçümseyici
iddiayı dengeleyemiyor.
90’ların sonu 2000’li
yılların başında, editörlük henüz oturmamış, genel kabul görmeyen bir
kurumken, Günışığı Kitaplığı’nda
editörle çalışmanın olmazsa olmaz olduğunu vurgulamak anlamlıydı, kuşkusuz. Ama
artık, merdiven altı yayıncılığı yapan ciddiyetsiz istisnaları bir yana
bırakırsak (ki böyleleri hep çıkacak), bu vurgunun sürekli tekrarlanmasını
gerekli kılan bir tablo yok . Aksine bugün ülkemizde editörlük, çocuk ve
gençlik kitapları dahil yayıncılığın her kolunda kurumsallaşmış, saygın ve son
derece revaçta bir meslek. Böyle
olduğunu aslında Müren Beykan da biliyor. Ama bundan pek de mutluymuş gibi bir
izlenim bırakmıyor. Öyle ya, aynı röportajda kendisinden “gönlünde
editörlük yatan gençlere tek bir öneri” vermesi
istenince “Bugünlerde herkes doğuştan
editör diyebiliriz, okuldan mezun
olan hele ki yabancı dil de biliyorsa, soluğu çevirmenlikte ya da editörlükte almak istiyor,” diye
hayıflanmakta bir sakınca görmüyor.
Kim bilir, belki de sayın Beykan’ın,
editörlükle ilgili ölçütlerini açıklayacağı yere, editörlük kurumunu onca uç ve
yanlış (ya da doğru?) anlaşılmaya müsait ifadelerle yüceltmeye çalışmasının Kitedit’in
Çat Kapı Dayım kitabı özelinde onun
editörlüğüne dönük eleştirisiyle herhangi bir ilgisi yok. Belki de Müren
Beykan, geçmişte editör olarak kitaplara
kattığı değer ve yayıncılık adına verdiği hizmet üzerine yine dikkat çekecek
denli sık ama az-çok dengeli açıklamalar yaparken, bugün “her kitap bir zekâ,
bir zevk eseri olmalıdır!” noktasına gelmesinin arkasında bambaşka nedenler
yatıyor.
Ama ortaya çıkan tablo bu
haliyle de yeterince düşündürücü.
Ne demek istediğimizi daha
iyi anlatmak için önsezileriyle, konuya çok yönlü, derinlikli ve mütevazı
yaklaşımlarıyla dikkat çeken ve editörlük mesleğinin duayeni sayılan Tanıl Bora’ya,
daha doğrusu onun Virgül Dergisi’nde 2004 yılında yayınlanan “Editör Kimdir,
Eserleri Nelerdir?” üst başlıklı yazı dizisine başvurmak istiyoruz. Yazımızın
devamında onun söyledikleriyle Müren Beykan’ın bazı ifadelerini karşı karşıya
değil ama yan yana koyacağız.
Bakalım Tanıl Bora, Müren
Beykan’ın Akşam Kitap’taki röportajında “Edebiyat kitabı ticari bir üründür
–tersini iddia edemeyiz; demek ki,
hiçbir ayrıntı şansa bırakılamaz” tek cümlesiyle geçip gittiği ve demek ki diyerek tümüyle ticaret kurallarına/mantığına
tabi kıldığı editörlük-piyasa ilişkileri konusuna nasıl yaklaşıyor:
“(…) İşletmeci-olarak-yayıncılık işiyle editörlük işinin –ve bu işi
yapanların- büsbütün ayrışmadığı, görece az endüstrileşmiş ortamlarda ise,
editörün yayına hazırlık sürecinin tamamına bir ucundan karıştığı gibi, kitabın
tanıtımıyla da ilgilenmesi acayip sayılmaz; bu, kitabı ‘sahiplenmenin’ bir
parçasıdır.
Tabii bu noktada editörün arz ve takdimi
“alemumum” reklamcı/pazarlamacı tavrıyla değil, bir kitabı gerçekten benimsemenin,
sahiplenmenin fonksiyonu olarak yerine getirmesi önemli bir ölçüt. Kitabın
kıymeti harbiyesinin sanki medyada birkaç anılma/görülme fırsatı sağlama
“kapasitesine” göre değerlendirilebildiği bir
vasatta, sattırmayı istediği kitabı “satmamalıdır” editör. Elinin
uzanabildiğince, kitabın klişelerle,
ezbere imgelerle, bedava övgülerle takdimine mahal vermemeli –hiç değilse
bunu yapan o olmamalıdır! Eleştirmenliği ikame edecek değildir şüphesiz, ama iyi (yani eleştirel!) eleştirmenliği teşvik
edecek bir ortamın oluşmasına katkıda bulunmasını bekleyebiliriz ondan.
Piyasa meselesinde “iyi” editörden beklenen ikinci iş, piyasa
koşullarını, mümkün mertebe piyasa-ötesi
veya piyasaya rağmen bazı kaygıları
gözeterek değerlendirmeye çalışması olabilir. Yayın portföyünün toplamı içinde bir telafi-denge mekanizmasını
gözeterek, satma şansı düşük ama “iyi”
kitapları araya sokmak için fırsatını kollamak… Bir “gizli yayın programı” ile
pusuya yatmak…"
Burada çarpıcı olan yalnızca Tanıl Bora’nın, “edebiyat kitabı ticari bir
üründür, demek ki hiç bir ayrıntı
şansa bırakılamaz” diyen Müren Beykan’dan farklı olarak, “iyi” editörden piyasa-ötesi ya da piyasaya rağmen kararlar
almasını beklemesi değil. (Ki çocuk ve gençlik yayıncılığının neredeyse tümüyle
piyasa kurallarına teslim edildiği bir aşamada bunun üzerinde herkesin derin
derin düşünmesi gerekir.) Tanıl Bora ayrıca son derece önemli başka bir noktaya
vurgu yaparak, editörün eleştirel eleştirmenliği teşvik edecek
bir ortamın oluşmasına katkıda bulunmasını da istiyor.
Kitedit olarak bu isteğe
genel olarak katılmakla kalmıyor, özel olarak Müren Beykan ve muhatabımız diğer
editörlerden bize ve eleştirel eleştiri
yazılarımıza bu bakış açısıyla yaklaşmalarını da diliyoruz.
Ama Tanıl Bora’nın
görüşleriyle devam edelim ve Virgül’deki yazı dizisinde editörlükle iktidar,
pathos (bu iki kavramı aynı zamanda alt başlık olarak kullanıyor) arasında nasıl
bir bağ kurduğuna bakalım:
“Hizmet” mefhumu, onu çok
seven Türk sağ siyasal söyleminin onyıllardır işlediği üzere, fedakârlığı,
adanmışlığı, diğerkâmlığı, benliği/’enaniyeti’ aşmışlığı çağrıştırır. Yine aynı
söylemsel çağrışım evreninin içinde, biliriz ki, müthiş bir güç istemi vardır. ‘Hizmet etmek’ istediğini söyleyen, aslında,
güç istiyordur. (…)
Öyle ki, kimi editörlere kulak verdiğinizde, kitap
yazarın değil de sanki editörün-mü izlenimine kapılabilirsiniz – aslında, ‘zaman zaman’ kaydıyla ve derece farkıyla, kulak verdiğiniz hemen
her editör bu izlenime kapılmanıza yol açacaktır! Bir metni zor zahmet adam
ettiğinden bahsetmek, editörün küçük dünyasına özgü avcı hikayesidir, çapkınlık
böbürlenmesidir.
(…) Yayına hazırladığı
kitabı kendi yazmış gibi benimsemek, editörlüğün pathos’udur. Mesele, bunu kıskançlıkla yapmakla
empatiyle yapmak arasındaki farktadır. Editör-yazar ilişkisi hakkında geçen
yazıyı hatırlatayım bu vesileyle… Editörün iktidarını kendi mevkii ve şanı adına değil, okuru/okunurluğu gözetme adına
“kamu adına” kullandığını ara ara kendi kendisine hatırlatmasında fayda olabilir.”
Evet, “Günışığı
Kitaplığı’nda editörle çalışmak bir ayrıcalık değil, olmazsa olmazdır. Her
kitap bir zekâ ve zevk ürünü olmalıdır,” diyen sayın Beykan, bunları ara ara
siz de kendi kendinize hatırlatsanız, ne iyi olur! Belki o zaman ayaklarınız daha
çok yere değer ve ulu editörlük mevkisini/mevzisini kıskançlıkla savunurken, “Bugünlerde
herkes doğuştan editör diyebiliriz, okuldan mezun olan hele ki yabancı dil de
biliyorsa, soluğu çevirmenlikte ya da
editörlükte almak istiyor” demek yerine, gönlünde editörlük yatan gençlere
daha hoşgörülü ve size yakıştırılan “usta”lığın getirdiği ağırbaşlığıyla,
öğrenmeye de öğretmeye de açık sevecenliğiyle yaklaşırsınız. Bu o kadar da zor
değil. Yine işin duayeni Tanıl Bora’yı örnek gösterelim:
“Ama ben Türkiye’de
editörlüğün fiili iş tanımındaki muğlaklıkta, dağınıklıkta, aşırı-profesyonelleşmiş bir editörlük
faaliyetinin eksiltebileceğini zannettiğim bir heyecan ve tutkunun pınarını
da görüyorum. ‘Kitap hazırlama’
uğraşının her bir aşamasına ara ara bulaşıyor olmak, yayıncılıkta eksik
kalmaması gereken hazza katkıda bulunur. Ulu editörlük mevkii ile mütekâmil
düzeltmenlikten ibaret angaryalar arasında mutlak bir kopukluk olmaması, nefsi
terbiye edicidir: Kitaba “değen” her beşeri varlığın kapılabileceği, uhrevi bir
işle uğraşıyor olma duygusunun, sersemce bir burnu büyüklüğe dönüşmesini önleyebilir. Hatta bu bakımlardan, editörlük faaliyetinin meraklı öğrencilerin, meczup
bibliyofillerin mevsimlik işçiler gibi gelip geçmesine açık olması da, insanların
özlük hakları korunduğu ve yapıyı bu gelgitlere dayanıklı kılacak sabiteler var
kaldığı müddetçe, hayırlıdır ve neşe
verir!”
Tanıl Bora’ya saygı ve
teşekkürlerimizi sunup, onu alıntılamaya son verirken, Müren Beykan’a sormak
istediğimiz bir soru ve bir önerimiz daha olacak.
Soru şu: Editörlük Günışığı
Kitaplığı’nın olmazsa olmazıysa (ki bizce de öyle olması gerekiyor), neden onun
alt markası ON8 kitaplarının hali hazırda bir editörü yok? Var da, Günışığı
Kitaplığı her fırsatta okurlarına künyede editör bilgisine yer veren eserleri
tercih etmesini öğütlerken ON8 markasının kitaplarında, program broşüründe ve
resmi web sayfasında mı yazmıyor? Var da, bizden mi saklanıyor?
Naçizane önerimize
geleceksek. Sayın Beykan’ın edebiyat, editörlük, çocuk ve gençlik kitapları, yayıncılığın
çeşitli sorunları gibi konular üzerine kaleme aldığı gazete makalelerini kamu
ya da okurla paylaşmadan önce işinin ehli bir editöre okutmasında fayda
olacağını düşünüyoruz.
Bu makalelerin çoğu kere
oldukça muğlak, birbiriyle çelişen ya da her tarafa çekilebilen ifadeler içerdiklerinden
değil. Anlatım tarzını zayıf bulduğumuzdan da değil. Yalnızca ve yalnızca maddi bilgi hatalarına mahal
vermemek için. Zira, sayın Müren Beykan da çok iyi bilir ki, koca bir düşünce
silsilesinin maddi bilgi eksiklikleri/hataları yüzünden çöküvermesi bir metnin
başına gelebilecek en büyük talihsizliklerden biridir. Editörün en temel görevi
de (özellikle de maddi verilere, bilgilere dayanan non-fiction metinlerde) böyle hataları zamanında (yani yazı kamu
karşısına çıkmadan) saptayıp, bu tür talihsizliklerin önüne geçmektir.
Aksi takdirde ne mi olur?
Aksi takdirde, Beykan’ın Günışığı
Kitaplığı editörü ya da ON8 yayın yönetmeni kimliğiyle değil, çocuk ve gençlik edebiyatında
uzman kimliğiyle kaleme aldığı ve Vatan Kitap’ta (bu uygulamayı gizli reklam
riski ve medyanın bağımsızlığı bağlamında Vatan
Kitap adına doğru bulmadığımızı ayrıca vurgulayalım) az çok periyodik
olarak yayınlanan yazıların sonuncusundaki gibi bir tablo çıkar karşımıza.
“En Tutkulu Okur Çocuklar”
başlıklı yazının alt başlığı “Mesajsız kitaba ödül.” Onun altındaysa aşağıdaki
koca paragraf ve sahiden de ilginç yorum yer alıyor:
“Edebiyat alanının saygın
ödüllerinden, Almanca’ya çevrilmiş herhangi bir dildeki çocuk ya da gençlik edebiyatı
kitabına verilen Alman Gençlik Edebiyatı Ödülü’nün fuar sırasında açıklanan
sonucu şaşırttı: Ödül, 1982 doğumlu Alman yazar ve sinemacı Finn-Ole
Heinrich’in, İzlanda kökenli Norveçli illüstratör R•n Flygenring’in
desenleriyle canlanan, Frerk, du Zwerg! (Frerk, Seni Cüce!) adlı kitabına değer
görüldü. Şaşırtıcı olan, seçici kurulun karar gerekçesiydi. Kurul, bu resimli
kitabı eğlenceli olduğu ve özellikle hiç ‘mesaj’ içermediği için seçtiğini
vurgulamıştı. Değil açık, gizli didaktik söylemli kitapların da itici bulunmaya
başlandığına güçlü bir örnek oluşturdu bu ödül kuşkusuz. Nihayet!”
Oysa ki, Frankfurt fuarında
söz konusu ödül törenine katılma şansı yakalayanların da, seçici kurulun resmi
karar gerekçesini okuyanların da rahatlıkla bilebileceği gibi (merak edenler
karar gerekçesine Alman Gençlik Edebiyatı Ödülü’nün resmi web sitesinden
ulaşabilir: http://www.djlp.jugendliteratur.org/kinderbuch-2/artikel-frerk_du_zwerg-3777.html)
“mesajsız kitaba ödül” iddiası kaba bir maddi bilgi hatasına ve derin bir
yanılgıya dayanıyor. Jürinin karar gerekçesinde ne kitabın mesaj taşımadığına
ilişkin herhangi bir vurgu var, ne de ödül bununla gerekçelendiriliyor. Bu maddi bilgi hatasından güç alarak, didaktik
söylemli olmayan kitapları “mesajsız” olarak
nitelendirmek ayrı bir ilginçlik.
Ama bizi öncelikli olarak ilgilendiren sayın Beykan’ın bu hayli “özgün” yorumu
değil. Bizi öncelikli olarak ilgilendiren devamında söyledikleri. Çünkü Alman
Gençlik Edebiyatı Ödülü’nü takip edenlerin mutlaka şaşkınlıkla okudukları gibi,
sonrasında gelen iddia ve vurgu da (ikinci bir) maddi bilgi hatasına dayanıyor.
Devamını şöyle getiriyor Beykan: “Değil açık, gizli didaktik söylemli
kitapların da itici bulunmaya başlandığına
güçlü bir örnek oluşturdu bu ödül kuşkusuz. Nihayet!”
Yalnızca bu yıl değil önceki
yıllarda da Alman Gençlik Edebiyatı Ödülü’ne değer görülen eserlere (ister bir
bütün olarak ister tek tek) bakıldığında bu kitapların mesaj taşımadığını
söylemek hayli zorken, açık ya da gizli didaktik söylemli kitaplar olmadığını
söylemek de o ölçüde kolay. 2008’de çocuk kitabı dalında Paula Fox’un Ein Bild
für Ivan / Ivan için bir resim, 2005’de aynı dalda Zoran Drvenkar’ın (Victor
Caspak, Yves Lanois takma adıyla) Die Kurzhosengang / Kısa Pantolonlular Çetesi
ve daha da geri gidersek 2000’de de yine çocuk kitabı dalında Bjerne Reuter’in
Hodder, der Nachtschwärmer/Hodder, Gece
Kelebeği adlı eserlerin ödüle layık görüldüğünü hatırlamak, hatırlatmak tek
başına yeter.
Yani ortada ne Müren
Beykan’ın çoktandır, sabırsızlıkla beklediği bir gelişmenin sonunda vuku
bulması gibi bir gerçek var, ne de ona “Nihayet!” dedirtecek bir durum. Aksine
tablo ona “Günaydın!” dememizi haklı kılıyor. Hem de iki bağlamda.
Günaydın, Alman Gençlik
Edebiyatı Ödülü yıllardan bu yana didaktik söylemli olmayan kitaplara
veriliyor! Günaydın, işinin ehli bir editörle çalışmak gerçekten olmazsa olmaz,
çünkü diğer katkıları bir yana bir
makalenin, temel yorumlarını/görüşlerini maddi bilgi hatalarına dayandırması
yüzünden ciddiyetinden ve güvenilirliğinden çok şey yitirmesini önleyebilir!
Not: Yazıdaki tüm vurgular bize aittir.
"Bugünlerde herkes doğuştan editör diyebiliriz, okuldan mezun olan hele ki yabancı dil de biliyorsa, soluğu çevirmenlikte ya da editörlükte almak istiyor”
YanıtlaSilmüren beykanın bu sözlerinin psikolojik alt yapısı kendisinin hiçbir yabancı dil bilmiyor olması olabilir.