Yeni yazımıza hazırlanırken okuduğumuz, incelediğimiz
kitapların birçoğunun ödüllü olması başta bir rastlantıdan fazlası değildi.
Kapsamlı bir edebiyat eleştirisine konu edebileceğimiz (demek oluyor ki belli
nitelikler taşıyan) bir eser arıyorduk, çünkü Kitedit’in son dönemde genel
konular üzerinde yoğunlaşarak bu alanı biraz boş bıraktığını düşünüyorduk. Kim
bilir, belki de elimizin öncelikle ödüllü kitaplara gitmesi bundandı.
Ne var ki kitapları okuduktan, neredeyse hepsinin
ödüllü olduğunu bir kez daha hatırladıktan ve bunu anlamlandırmakta
zorlandıktan sonra bilinçsiz tercihimiz bilinçli bir sorgulamaya dönüştü. Sahi,
ülkemizde çocuk ve gençlik edebiyatı alanında verilen ödüllerin anlamı, amacı
ve çocuk ve gençlik edebiyatının gelişimi üzerindeki etkisi nedir?
Bu soruya yanıt aramak için sonuçtan yani ödüllü
kitaplardan hareket edebilirdik elbette. Ama önce ödüllerin iç mantığının
sonucu nasıl belirlediğini/etkilediğini incelemek, yani meselenin özüne inmek
istedik.
Bunun için dönüp ödüllerin kendisine baktık.
·
Çocuk ve gençlik edebiyatına
yeni bir soluk getiren, heyecan verici
nitelikteki yapıtları onurlandırmak.
·
Kamuoyunun
dikkatini genelin üzerine çıkan yeni
eserlere ve çocuk ve gençlik edebiyatındaki önemli gelişmelere çekmek.
·
Çocuk ve gençlik
edebiyatı alanında olağanüstü edebi ve
sanatsal nitelikler taşıyan eserleri ödüllendirmek.
·
Çocuk ve gençlik
edebiyatı alanında yaratıcı ve yenilikçi
fikirlere dikkat çekerek (henüz) tanınmamış yazarlara ait, böylesi yapıtları
desteklemek ve yayınevlerini bu eserleri yayın programına almak için
özendirmek.
·
Eserleriyle çocuk
ve gençlik edebiyatının niteliksel
gelişimine katkı sunan genç yazarları desteklemek.
Hayır, bunlar Türkiye’de çocuk ve gençlik edebiyatı
alanında verilen ödüllerin amaç ve işlevlerini tarif eden maddeler değil. Yukardaki
ilkeleri, farklı ülkelerde verilen, saygınlığı, güvenilirliği ve çocuk
edebiyatına sunduğu katkıyla kendini uluslararası düzeyde kanıtlamış çeşitli çocuk
ve gençlik edebiyatı ödüllerinin ‘manifestolarından’ derledik.
Türkiye’deki ödüllere, daha doğrusu bu ödüllerin neden
verildiğine ilişkin ödül sahibi kurum ve kuruluşların resmi açıklamalarında
öne çıkan kriterlere baktığımızda ortaya çıkan tablo biraz farklı.
·
Çocuk edebiyatına
yeni, çağdaş ve özgün yapıtlar
kazandırmak.
·
Çocuklara Türkçenin güzel ve sanatsal kullanımını
örnekleyen metinler sunmak.
·
Türk dilinin olumsuz etkilerden arındırılmasını ve Türkçemizi doğru ve yalın kullanan yeni kuşak yazarların ve araştırmacıların yetişmesine
katkıda bulunmak.
·
Genç ve yeni
yazarlara seslerini duyurma olanağı sağlamak.
·
Okurun duygu ve düşünce ufkunu genişleten edebi
yapıtların yazılmasını özendirmek.
·
Çocuk ve gençlik
kitapları alanında ürün veren yayınevlerinin
uzmanlaşmasını ve her yıl daha nitelikli kitaplar yayımlamasını sağlamak.
·
Genç sanatçı adayların dikkatini çocuk ve
gençlik edebiyatına çekmek.
İşte, Türkiye’de çocuk ve gençlik edebiyatı alanında
verilen, az-çok adı sanı duyulmuş ödüllerin başlıca kriterleri bunlar. İlk
dikkati çeken, aranan özelliklerin (özgünlük, çağdaşlık, okurun duygu ve
düşünce ufkunu genişletmek, dilin güzel, doğru ve sanatsal kullanımı vb.)
aslında yayımlanmaya değer görülen herhangi bir çocuk ve gençlik kitabında
zaten bulunması gerektiği.
Yabancı ülkelerde çocuk ve gençlik edebiyatının saygın
ödülleri, vasatın ötesinde yaratıcı
ve yenilikçi nitelikler taşıyan, heyecan uyandıran, olağanüstü eserlere verilirken, bizde bu tür özelliklerin es
geçilmesi düşündürücü doğrusu.
Acaba ülkemizde, çocuk ve gençlik edebiyatı alanında
verilen önemli ödüllerin çoğunun (ÇGYD’nin yılın kitabı/kitapları ödülleri
aklımıza gelen tek istisna) çeşitli yayınevleri adları taşıması ya da Gülten
Dayıoğlu Vakfı’nın verdiği ödül gibi belli yayınevleriyle (Altın Kitaplar
Yayınevi) işbirliği içerisinde düzenlenmesiyle yukarıdaki kriterler arasında ne
tür bir bağ var?
Söyleyelim, göbekten bir bağ var. Çünkü bu ödüllerin kuşkusuz
tek değil ama öncelikli amacı
yayınevlerine yeni yazarlar ve yapıtlar kazandırmak. Çeşitli ödüllerin
şartnamelerinde ufak tefek değişikliklerle “Ödül kazanan yapıtların yayın hakkı
x yıl süre ile x yayınevine devredilmiş olup …” koşulunun yer alması ve sadece
dosya halindeki, henüz yayımlanmamış eserlere verilmesi boşuna değil.
Yayınevleri ödüller vasıtasıyla, daha önceki
yazılarımızda gerçek nedenlerine eğildiğimiz “genç, umut vaat eden yazar
sıkıntısına” çözüm arıyorlar her şeyden önce. Bu haliyle de bu ödüller bugüne
kadar eserlerini yayımlatamamış, ya da ismini/yapıtlarını yeterince tanıtamamış
genç yazarlara umut oluyor, öncelikle.
Meseleye yalnızca yayınevi ve yazarın dar çıkarları
çerçevesinden yaklaştığımızda buraya kadar yanlış ya da kötü bir şey yok.
O halde şöyle soralım. Bu ödüller Türkiye çocuk ve
gençlik edebiyatının gelişimine kalıcı, ön açıcı katkılar sunabiliyor mu?
Bu soruya tok bir şekilde “Evet!” diye yanıt
verebilmek için sözü edilen ödüllerin sıradanlığı aşan, yenilikçi, yaratıcı,
heyecan verici, kısacası olağanüstü eserlere verilmesi, bu eserler yoluyla
sanatçıyı ve yayınevini özendiren, eğiten, yazılı ve görsel çocuk ve gençlik
edebiyatının değerlendirilmesi için çağdaş ölçüler ve öncelikler ortaya koymaları
gerekirdi.
Ödülün
tanımı katılan ve kazanan eserlerin niteliğini belirler
Ödülünüzün önceliğini çocuk ve gençlik edebiyatına
yeni, genç, çağdaş yazarlar ya da özgün yapıtlar kazandırmak, ölçünüzü de güzel
ve doğru Türkçe olarak belirlediğinizde ödülün iddiasını da belirlemiş, daha
doğrusu baştan daraltmış olursunuz:
Yayınevlerine yayımlanmaya değer yeni eserler kazandırmak!
Kuşkusuz yalnızca yayınevlerinin değil, bir bütün
olarak çocuk ve gençlik edebiyatının yeni, çağdaş seslere, bu yeni genç seslerin
de önünün açılmasına ihtiyacı var. Ama
çocuk ve gençlik edebiyatımızın yaşadığı asıl sıkıntı bu değil. Asıl sıkıntı,
yayınevlerinde yığılan onca dosyaya rağmen, yenilikçi, yaratıcı, alana soluk ve
renk getiren, çocuk edebiyatına yön verebilecek seslerin çıkmaması/çıkamaması.
Ödüllerin, bu düğüm noktasının çözülmesinde etkin bir araç
olabilecek dahası olmalıyken, onu derinleştiren kurumlara dönüşmesinin en
önemli nedeni yayınevlerinin öznel ihtiyaçlarını temel almalarıdır.
Okuma kültürünü geliştirmek için güçlü bir politikası
olan devletlerin güçlü ve saygın çocuk ve gençlik edebiyatı ödüllerine sahip
olmaları şaşırtıcı değil. Çünkü bu ödüllerin büyük çoğunluğu yayınevleri
tarafından değil devlet (ilgili bakanlıklar), belediyeler (şehirler) ve sivil
toplum kuruluşları tarafından finanse edilmekte/düzenlenmekte, tarafsızlıkları
ve nesnellikleri de bağımsız sanatçı ve uzmanlardan oluşan seçici kurullarla
güvence altına alınmaktadır.
Eğer veriminizi çocuk ve gençlik edebiyatında
sürdüren/sürdürmek isteyen gerçekten yaratıcı, yenilikçi ve yetenekli bir
yazarsanız bu tür ödüller daha çok tanınmanıza, yayınevinizin yayımlanmış
eserinizi okurla daha kolay buluşturmasına yardımcı olduğu gibi, ödül sayesinde
size tanınan maddi burslar daha verimli, sıkıntısız çalışmanıza olanak tanımakta,
size sunulan maddi ve manevi destek sayesinde deneysel, yenilikçi sanatsal
üretimler ve yaratıcı fikirleriniz için cesaretiniz artmaktadır. Artık ödüllü bir
yazar/çizer olarak ürettiğiniz eserler ise yeni yetişen sanatçılar ve onların potansiyel yayıncıları için, ölçü ve önceliklerine yön veren örnekler teşkil
etmektedir. Saygın ve güvenilir uluslararası ödüllerin işlevleri kuşkusuz bu
kadarla sınırlı değil, ancak bu kadarı bile genel olarak çocuk ve gençlik
edebiyatının gelişmesine hizmet etmelerine yetmektedir.
Örnek teşkil
edecek ölçüde vasatın üstüne çıkamayan eserlere verilen ödüller vasat eserlerin
örnek teşkil etmesine yol açıyor
Oysa Türkiye’deki çocuk ve gençlik edebiyatı
ödüllerine baktığımızda yazar-çizer ya da çevirmen üzerinde ne böyle bir
etkileri olduğunu söyleyebiliriz, ne de gerçekten örnek teşkil edecek ölçüde genelin (vasatın) üstüne çıkan eserlere
verildiklerini. Belli bir yayınevinin
güdümünde olmayan ve diğerlerinden farklı olarak yayımlanmış güncel eserlere verilen ÇGYD’nin yılın kitabı/kitapları
ödülleri de ne yazık ki bu çerçevenin dışına yeterince taşamıyor. Resmi web sayfasında
ÇGYD’nin yılın kitabı ödülünün amacı ve kriterleri konusunda açıklayıcı bir
bilgi bulamamamız bile bu ödülün iddiası ve gücü konusunda aydınlatıcı ipuçları
veriyor. Ki başka başka haber kaynakları üzerinden ulaştığımız ödül kriterlerini
incelediğimizde esası itibarıyla Türkiye’de bu alanda verilen diğer ödüllerin
iç mantığıyla örtüştüklerini, daha doğrusu bu iç mantığı aşamadıklarını görmekte
zorlanmadık. Farklı ve önemsenmesi gereken tek vurgu ödülün çocuk ve gençlik
kitapları alanında ürün veren yayınevlerinin
uzmanlaşmasını ve her yıl daha
nitelikli kitaplar yayımlamasını amaçlaması.
Hal böyle olunca, son dönemde okuduğumuz ödüllü
kitapların bizi hayal kırıklığına uğratması belki de o kadar şaşırtıcı değil. Hatta
bir itirafta bulunalım: Bazılarını incelerken o kadar sıkıldık ki, sonuna kadar
okuma disiplini bile gösteremedik.
Bilmecenin İzinde Maceranın Peşinde ya da
ödüllü bir kitabın eleştirisi
Baştan söyleyelim, yazımızın ikinci bölümünde eleştiri konusu edeceğimiz 2011 Tudem Edebiyat Ödülleri Roman
Üçüncülük Ödülü'nu kazanan, Dursun Ege Göçmen’in Bilmecenin İzinde Maceranın Peşinden adlı eseri, sonuna kadar
okuyamadığımız kitaplardan biri değil. Aksine akıcı dili, bazı ilginç ögeler
içeren kurgusu ile bizi az-çok sardığını bile söyleyebiliriz.
Ancak bu özellikler, sözü edilen kitabı çağdaş çocuk
ve gençlik edebiyatında öne çıkan, dikkat çeken bir eser haline getirmeye
yetmiyor. Az sonra daha ayrıntılı ele alacağımız bazı belirgin zayıflıkları
bunun önüne geçiyor.
Ama önce romanın konusunu özetleyelim:
Sınıftaki öğrencilerin ödevlerini internetten
indirmesine kızan Ozan’ın öğretmeni çocuklara kütüphaneden bir kitap ödünç alma
ve özetini çıkarma cezası verir. Cezayı yerine getirmek için kütüphaneye gelen
Ozan hangi kitaba el atsa, kendisine adıyla hitap eden esrarengiz notlar bulur.
Başta, tam bir örnek öğrenci ve ailenin gözbebeği olan abisinin bir oyunuyla karşı
karşıya olduğunu düşünen Ozan, “Bu oyunla abin Baran’ın hiçbir ilgisi yok!”
mesajı aldıktan sonra iyice meraklanır ve notlarda bahsedilen diğer dört
çocuğun kim olduğunu öğrenmek, bulmacanın sırrını çözmek için oyuna katılmaya
karar verir. Ertesi gün notlarda bahsedilen buluşma yerine gittiğinde dört
sınıf arkadaşıyla karşılaşır. Bu dört çocuğun her biri kendine has farklı
farklı garip özellikleri olan sevimsiz tiplerdir. Kumru aşırı ürkek, Berkay
aşırı başarılı ve kendini beğenmiş, Alaz tam bir yabani, Tosun ise müthiş obur
ve her şeye olumsuz yanından bakan biri.
Ozan kitapların içinde bulduğu esrarengiz notlarda
bahsedilen diğer oyun kahramanlarının onlar olduğunu anlamakta gecikmez. Sınıf
arkadaşlarıyla durumu konuşmak için bir çay bahçesinde giderler. Tam
kendilerine birilerinin oyun oynadığına kanaat getirdiklerinde Alaz oyuna biraz
daha devam etmeyi ve yeni bir mesajı beklemeyi teklif eder.
Mesaj kendini bekletmez. Çocuklara hesap fişi getiren
garsonun uzattığı kutunun dibindeki kağıtta şöyle yazmaktadır: “Göreviniz bir
masalın parçalarını birleştirmek.” Beş parçaya bölünüp beş farklı insan
tarafından bulunacak masalı birleştirmeyi başaran kişilerin büyük sırrı
öğreneceğini ve bu sırrı gelecek kuşaklara aktarmak için masalı yine beş
parçaya bölüp oyunu yeniden başlatması gerektiği bilgisini de içeren mesajda
ayrıca şunlar yer alır: “Her sabah içinizden
biri kapısında bir zarf bulacak. Zarfın içinde her masal parçasının nerede
olduğunu anlatan şifreli bir şiir olacak. Şiirlerin anlamını çözebilirseniz,
masalın saklanmış parçasını da bulabilirsiniz.”
İşte, kitabın devamında yaşanan tam olarak bu. Her sabah
çocuklardan biri kapının önünde şifreli bir şiir buluyor ve şifreyi çözmek için
oyuna dahil olan diğer arkadaşlarıyla bir araya geliyor. Şiirlerde yer alan ipuçlarından
hareketle, sırası gelen masal parçasının nerede saklandığını tahmin eden
çocuklar bu parçaları ele geçirmek için çeşitli maceralara atılıyorlar. Sonunda
beş masal parçasına da ulaşıp hepsini birleştirmeyi başarıyorlar. Şifreli
şiirleri sıralarına göre yukarıdan aşağıya tekrar okuduklarındaysa, bunların akrostişle
yazıldığını ve yeni bir mesaj içerdiğini fark ediyorlar. Bu mesaja göre peşinde
oldukları büyük sır parkın içindeki heykelin üstünde yazıyor. Hemen parka,
heykelin başına koşan beş kafadar büyük sırra da ulaşıyor: İnsanoğlu çeşit
çeşit, beş parmağın beşi bir mi?
Kitap bu mesajla ve Ozan’ın tüm insanlar gibi kendisi
ve arkadaşlarının da farklı farklı olduğunu fark etmesiyle sona ererken ona
yönelttiğimiz temel eleştirilerimizin ilkine gelebiliriz:
Bulmacalı, esrarengiz bir macera olarak kurgulanan
kitabın arka planında kendini ailesinin gözündeki çapak gibi hisseden, hep
başarılı ve baskın abisinin gölgesinde kalan baş kahraman Ozan’ın, heykeldeki
mesajı okuyup büyük sırra ulaşmayı başarmasıyla, kitabın sonuncu ve 120’inci
sayfasında birden büyük bir dönüşüm/kişilik olgunlaşması geçirmesi var: “Kendimi birden şimdiye kadar hiç olmadığım
kadar iyi hissettim. Hatta sadece iyi değil. Güçlü, cesur, başarılı ve esprili…
/ Ancak, garip olan bir şey vardı. Önceleri, dünyanın en büyük sırrını, abime benzemek
için istiyordum. Oysa şimdi Ozan olmaktan fazlasıyla memnundum. Hayır, ben bir
çapak değildim. Bir gün annemle babamın göz bebeği olabilir miydim bilmiyorum,
ama abim Baran gibi olmak istemediğime emindim.”
Türkiye çağdaş çocuk ve gençlik edebiyatında sık sık
karşılaştığımız bir sorun var. Kahramanların yaşadıkları içsel gelişimler/dönüşümler
okura kahramanın iç sesi üzerinden açıklanıyor. Buna gerek duyulmasının iki
nedeni var. Bir, hikâye aslında bu içsel gelişimi/dönüşümü destekleyen ve bunu
okura hissettiren, yaşatan, deneyimleten bir içerik taşımıyor. İki, yazar hikâye
bu içeriği (güçlü ya da zayıf) taşımasına rağmen, hikâyesine ya da okuruna tam
olarak güvenmediği için olup biteni ayrıca açıklama gereği duyuyor.
Bilmecenin
İzinde Maceranın Peşinde romanında karşımıza
çıkan işte bunun bir karışımı. Ozan’ın kendini ailenin kara koyunu gibi
gördüğüne, başarılı abisini kıskandığına ve kendi halinden pek de memnun
olmadığına dair mesajlar hikâyeye iliştirilmiş gibi duruyor. Okur olarak Ozan’ın
kendini ezik hissettiğini öğrensek
de bunu aslında duyumsayamıyoruz. Masalın
parçaları peşinde koşarken yaşadığı kimi olumlu deneyimlerin, maceranın
başarıyla sonuçlanmasının ve büyük sırrın içerdiği mesajın Ozan’ın önemli bir
olgunlaşma yaşamasını tetiklediğini mantığımızı
kullanarak anlayabiliyoruz, ama bunu hikâyenin kendi akışı içinde deneyimleyemiyoruz.
Ama romanın ‘insanlar farklı farklı, ama bu iyi ve
kendimiz olmayı öğrendiğimizde mutlu oluruz’ şeklinde özetlenebilecek ana
mesajını dayandırdığı arka plan hikâyesinin derinlikten ve o ölçüde de
inandırıcılıktan uzak oluşunu bir yana bırakalım ve ön planda kurgulanan asıl
öyküye, yani esrarengiz bulmacalarla dolu heyecanlı maceraya gelelim.
Kitabın özetinde de belirttiğimiz gibi çocukların
yaşadığı maceralar esrarengiz şiirlerdeki ipuçları yakalamalarına dayanıyor. Hikaye
tüm gerilimini buradan alıyor. Ne var ki
ve ne yazık ki okur olarak bu sürecin neredeyse tamamıyla dışında bırakılıyoruz.
Çünkü şiirlerdeki ipuçlarını yakalayabilen yalnızca o sabah şiiri bulan çocuğun
kendisi.
Alaz’a gelen ilk şifreli şiiri okuduğumuzda bunu henüz
bilmediğimiz için okur olarak heyecanlanıyor ve kitabın öteki kahramanlarıyla
birlikte “Papatyalar açtığında/Ak tomurcuk saçtığında/Resim gibi durur
balkonunda/Kıyıp da koparamaz bir tekini/Islıkla sular çiçeğini/Neredeyse
bekler seni” (s.39) kıtasının anlamını çözmeye çalışıyoruz. Ancak biz de “Bir
bulmaca bu,” (s. 39) diyen Berkay’dan öte bir sonuca ulaşamıyoruz. Ne de olsa
papatya, ıslık ve balkon arasındaki bağlantıyı bilen tek kişi Alaz. Onun Aksi
Arif Amca lakaplı çiçek delisi bir komşusu olduğu bilgisi bizimle ancak Alaz
sırrı çözdükten sonra paylaşılıyor. Bu sayede de okur olarak Alaz’ın sırrı
nasıl çözdüğünü kavrayabiliyoruz ama
onunla birlikte sırrı çözemiyoruz.
Daha sonraki şifreli şiirler de benzer bir mantığa
dayandığı için kahramanlarla birlikte akıl yürütmekten giderek vazgeçiyor ve maceranın
seyircisi konumuna geri çekiliyoruz. Doğal olarak da hikâyeyi artık baştaki
heyecan ve merakla takip etmiyoruz.
İyi ki her şifrenin çözülmesi plan ve cesaret
gerektiren yeni bir macera demek. Kitabın iyice sıkıcı hale gelmesini de büyük
ölçüde kurgunun bu akılcı yapısı önlüyor. Ancak akılcılık her zaman
inandırıcılık anlamına gelmiyor. Romanın üçüncü büyük zaafı, çocuk
kahramanların masal parçalarına ulaşmak için atıldıkları tüm maceraların okurda
oldukça yapay ve zorlama bir tat bırakan ve sahici olmayı başaramayan bir dizi gelişmelere
dayanması.
Birinci masal parçasını bulmak için Aksi Arif Amca’nın
çiçekli balkonuna sızmayı başaran çocuklardan Alaz’ın gül yetiştiren bir bitki
sever olduğu birden bire ortaya çıkması gibi: “Onun çiçek sevgisini bilmediğimiz için hepimiz
şaşkınlıkla Alaz’a bakakalmıştık. Ama bu bilgi en çok da Arif Amca’yı
şaşırtmıştı.” (s. 48)
Odasında ikinci masal parçası saklanan okul müdürünün
önce heyecanı tırmandırmak için bir despot olarak resmedilmesi ve bu bilginin
tam da yeri gelmişken araya sıkıştırılması gibi: “6 yıldır aynı okulda okuyorum ama Müdür Bey
karşısında titremeyen tek bir öğrenci bile tanımadım bugüne dek. (…)
duyduğumuza göre Müdür Bey, ilkokula giderken asker olmayı çok istiyormuş. Ama
boyu, askerlik ölçülerinin üç santim altında diye Askeri Lise’ye alınmamış.
Keşke alınsaymış. O zaman biz yarı askeri bir okulda okumak zorunda kalmazdık
(s. 58-59).
Sonra da müdürün odasına sızma zorlu görevinin büyük
bir rastlantı sonucu neredeyse kendiliğinden çözülüvermesi gibi: “’Odaya
bugünkü son derste gireceğiz. Nasıl olsa fen öğretmeni raporlu. Yani bizim
sınıfın dersi boş geçecek. Yani ortalıkta kimse bulunmayacak.’ / ‘Ya Müdür Bey?’
diye sordum. / Yüzüme bakıp sırıttı: ‘Okulda bile olmayacak.’” S. 61)
Dördüncü masal parçasını eski tekvandocu bir koru
bekçisinin üzüm sepetinde saklandığını öğrenen Ozan’ın önce korkunç bir sahne
yaşaması: “’Şimdi bir yapıştıracağım, beş parmağımın izi kalacak suratında’”/
Korkuyla bir adım geri çekildim. Bekçinin gözleri ateş gibiydi. ‘(…) ‘DEFOOOOOLLLL!!!!!”
/ O ses vücudumun kilitlerini bir anda çözüverdi. Bir saniye içinde arkamı
dönmüş ve koşarak on metre kadar uzaklaşmıştım. Bekçinin sesiyle başlayan koşum
yine onun sesiyle durdu. ‘Hey!” / Titreyerek arkamı döndüm. Bekçi işaret
parmağını sallıyordu. ‘Ozan Şenyüz! Adını bir köşeye yazdım. Bir daha seni
buralarda görürsem bacaklarını kırarım!’, (s. 98-99). Gerilimin iyice
tırmandığı noktada bir yanılgıyla karşı karşıya olduğunu anlaması: “Korkuyla
başımı sallayarak anladığımı belirttim. Bu işaret onun için yeterli bir
yanıttı. Oradan uzaklaşırken bekçinin bakışlarını ensemde hissediyordum. Sanki
arkamdan geliyordu. ‘Şşştt, baksana!’ / Elini omzuma değer değmez bağırmaya
başladım. ‘Aaaa!’ / ‘Deli misin oğlum?’ / Kolumdan tutup sarsan Berkay’a
şaşkınlıkla baktım. Evet karşımdaki Bekçi değil Berkay’dı. (s.99) Hatta belki
de büsbütün (dürüstlük adına Ozan’ın yanılgısının boyutunu tam olarak
anlayamadığımızı itiraf edelim) hayal
görmüş olması: “Tosun güldü. ‘Bekçinin eski tekvandocu olduğunu duyunca betin
benzin attı hemen. Bakıyorum uyumadan kâbus görmeye başladın!” (s.99) Ancak tüm
bunlara rağmen ve okurda yaratılan beklentinin tam aksine tekvandocu bekçinin çocuklara
masal parçasının saklandığı üzümlü sepeti neredeyse durup dururken ve büyük
bir sevecenlikle vermesi gibi: “Daha iki adım atmıştık ki Bekçi ‘Çocuklar,’
diye seslendi, ‘şu sepeti de alın. Üzümleri aranızda paylaşırsınız. Yarın
sepeti geri getirmeyi unutmayın ama…’ / Hepimizin yüzüne kocaman bir gülümseme
yayıldı. Sadece masalın sonuna yaklaşanların yüzünde görülecek bir gülümseme.
Bekçi unuttuğumuz masalı kendi elleriyle veriyordu bize.’” (s.101-102)
Ama daha fazla uzatmayalım. Bilmecenin İzinde Maceranın Peşinde kitabının Tudem Yayınları gibi
çocuk ve gençlik edebiyatında iddialı bir yayınevinin programında yer bulması,
bizce, yukarıda ele aldığımız zayıflıklarına (ki asık yüzlü kütüphaneci, kütüphaneden kitap ödünç alma ve kitap özeti çıkarma cezası gibi kitap ve okuma sevgisiyle pek de bağdaşmayan mesajlar içermesi türü ayrıntılara hiç girmedik) karşın akıcı dili ve kusurlarına
rağmen çocuk okuru sürükleyebilme potansiyeli taşıyan kurgusu nedeniyle yine de
anlaşılır. Anlayamadığımız bu ve benzer zaaflar taşıyan kitapların neden
ödüllendirildiği. Nitelikleri, belki bir edebiyat eleştirisinde yeri olmayan,
ama okurken hissettiklerimizi iyi karşılayan “eh işte,” ya da “hım, aslında o
kadar da fena değil,” türü ifadelerle tanımlanabilen ve vasat olmanın ötesine
geçemeyen eserler ödüllendirildiği sürece, bu ödüllerin ülkemiz çocuk ve
gençlik edebiyatının gelişmesine katkı sunmasını ve yenilikçi, yaratıcı,
heyecan verici özgün fikirleri olan genç yeteneklerin önünü açmasını beklemek ne
yazık ki hayal.
Tamam, bazen büyük
şeyleri başarmak için hayal görmek gerekir. Peki, madem büyük şeyler başarmak
istiyoruz, o halde kendimizi neden küçük hayallerle sınırlandıralım? Neden
bizim de çocuk ve gençlik edebiyatı alanında güçlü bir ödülümüz olmasın? Neden çocuk
ve gençlik edebiyatı alanındaki ödülleri tek tek yayınevlerinin ya da bu
yayınevlerinin güdümündeki/baskın etkisindeki kurumların inisiyatifine bırakmak
yerine, gerçekten okuma kültürünü geliştirme amacına hizmet eden, çocuk ve
gençlik edebiyatının önünü açabilecek, geliştirebilecek, hatta yönünü
belirleyebilecek bir ödülün (ve onun sahip olması gereken kriterlerinin)
tanımını yapmıyoruz? Neden bu tanımla birlikte, bütünlüklü bir okuma kültürü politikası
geliştirme görevi ve sorumluluğu taşıyan adreslere gitmiyor, daha doğrusu onların
kapısına dayanmıyoruz?
Belki böylesi bir ödülün koşulları henüz olgunlaşmamış
olabilir, ancak bu bunun hayalini görmemizin, hayalimizin peşinde koşmamızın ve
çocuk ve gençlik edebiyatına gönül ve emek vermiş/veren kişi ve kuruluşlar olarak
hayalimizi gerçekleştirmek için yaptırımcı bir güç ortaya koymamızın önünde
engel değil!