Son yazımız
bir tartışma başlatmış bulunuyor. Bu tartışmayı önemsiyor ve yazının yorum
kısmına sıkıştırılmaması gerektiğini düşünüyoruz:
Adsız 23
Aralık 2012 09:54
Madalyonun
her iki yüzü için de teşekkür ederiz. Açık-Gizli tüm kitedit takipçileri adına.
ercüment
sabri 23 Aralık 2012 13:52
Ne yazık ki,
'Çocuk Yazını' ülkemizde girilmesi en kolay sanılan alanlardan biri... Sadece
yukarıdaki alıntılara bakarak, ister istemez, 'Çocuk Edebiyatı olmaz!'
diyenlere katılmamak mümkün değil.
Adsız 23
Aralık 2012 21:21
Acaba
kitabın amacı genç okuruna, kitaptaki kahramanın yüzeyselliğini fark ettirip de
kendisiyle yüzleşmesini sağlamak olabilir mi? Yani kimi kurguda kahramanın
olumsuz özellikleri onaylanıyormuş gibi yapılabilir, öyle hissettirilir ki
okurun kendi içindeki karanlıkla özdeşleşmesi sağlanabilsin. Bu noktadan sonra
kurgu, okuru birden özeleştiriye savurabilir ve kendi gerçeğini kahramanın
aynasında bütün çıplaklığıyla gören okur, kendi değişiminin kapılarını
aralayabilir.
Sözü edilen
kitabı okumadığım için, bilemiyorum. Demek istediğim, romanın son bölümlerinde
kahramanın hangi noktada olduğu ve okuru hangi duruma, hangi yargıya
hazırladığı önemli. Belki sözü edilen ve eleştirilen tüm bu cümleler (yukarıya
alınan cümleler), bu yüzleşmeye/hesaplaşmalara doğru akan bir nehirdi, ya da
değildi. Okumamış biri olarak kesin bir yargı üretemem tabii ki. Yalnızca yorum
yaptım.
Sevgiler,
aytül akal
Kitedit 23
Aralık 2012 22:24
Yorumunuz ve
kaygınız için çok teşekkürler. Çünkü kitabı okurken son sayfalara kadar biz de
bunu umut ettik. Ama ne yazık ki böyle bir sonuca ulaşamadık. Üstelik
beklentimiz illa okuru özeleştiriye götüren bir kurgu değildi. Kitabın,
alışveriş merkezine takılan, moda ve erkekler dışında fazla bir şey düşünmeyen
gençlerin dünyasına gerçekten kapı aralaması, bu dünyayı daha iyi anlamamızı
sağlaması ya da edebi nitelikler taşıması da çok farklı düşünmemize yol
açacaktı. Ama her şey öyle yüzeysel, öyle lay lay lom işleniyor ki...
İlayda'nın sırf hava ve popülerlik uğruna kurulmuş sahte bir edebiyat
kulübünden ayrılması ve gerçek bir şiir kulübü kurması kitapta olumlu hanesine
yazabileceğimiz tek nokta. Ki o şiir kulübü bile ünlü yazarları okula davet
etmek ve bunun üzerinden hava yapmak çerçevesinde gündeme getiriliyor esas
olarak.
Tabii
yazarın amacı, niyeti için bir şey söyleyemeyiz. Son derece iyi niyetlerle
yazılmış bir kitap da olabilir. Ama iyi niyet bazen(özellikle de sorumluluktan
uzaksa) hiçbir şeydir. Öte yandan bu eleştiri tüm diğer eleştirilerimiz gibi
maddi verilere dayandığı kadar, bu maddi verilerden hareket eden kişisel
yorumlarımızı içeriyor. Ele aldığımız kitap ve konularla ilgili farklı
yorumlar, düşünceler olan okurlarımızı düşüncelerini paylaşmaya davet ediyoruz.
Bu çok daha canlı ve verimli bir tartışma ortamının doğmasını sağlayabilir.
Bizce çocuk yazınımızın ve yayıncılığımızın buna ihtiyacı var kesinlikle...
Aslı
Motchane 25 Aralık 2012 19:08
Gerçekten
kız çocuklarının katı cinsiyet kalıplarının içine hapsedildiği bir çok kitap
yayımlanıyor. Ancak yaptığınız alıntılar, "Geveze Prenses'in Yeni
Günlüğü"nün bunun bir örneği olduğu kanısını vermiyor. Aksine, bu kısa
alıntılar bile, ergenlik çağındaki kızların kaygılarını, cinsiyet rollerine ve
kendilerine bakışlarını gerçekçi bir biçimde ve yargılamadan yansıtıyorlar.
Onüç
yaşındaki bir çocuğun akranları tarafından kabul görmek ve beğenilmek için
yanıp tutuşması ve bunun için akran grubunun tanımladığı yüzeysel ölçütlere
uymaya çalışması, genç kızların güvensizlikleri, kendilerine erkeklerin
gözünden bakarak kendilerini aşağılamaları, bazı annelerin ev ile alışveriş
merkezleri arasında yaşadıkları ama ifade edemedikleri cehennem, sahici ve
yalın bir biçimde anlatılmış kanımca.
Onüç
yaşındaki bir kızın ağzından yazıldığı için, anlatımın sizin deyiminizle
yüzeysel ve "lay lay lom" olması doğal. Ergenlik çağındakilerin kabul
görme ve beğenilme ölçütlerini özetleyen "popüler",
"havalı" sözcüklerinin sık kullanılması da kaçınılmaz. Bu sözcüklerin
kaçar kere kullanıldığını saydığınıza göre, sanırım bunları yadırgadınız. Ancak
bu yaş grubu için "popüler" ve "havalı" kavramların önemini
ve kapsamını başka sözcüklerle anlatmak olanaksız.
Yaptığınız
alıntılarda çok dokunaklı bölümler de var. Örneğin İlayda'nın annesinin,
kızıyla birlikte yaptıkları bir işe dalıp yemek yapmadığı için eşinden
neredeyse azar işitmesi, annesini çok üzüp düşkırıklığına uğratan bir durumda
İlayda'nın, babasının tarafını tutarak annesini "cadı" olarak
tanımlaması ve yine İlayda'nın kendisinden çeşitli nedenlerle sık sık
"aptal", "saçma" diye söz etmesi... Özellikle de "Biz
kızlar bu kutuyu kullanabiliriz ama erkekler böyle aptal bir kutuyu ne
yapsınlar," gibi erkek söylemi ile kendisini aşağılayan bir ifade
kullanması ne kadar acıklı ve düşündürücü! Oniki yaşındaki bir okurun bu
durumlara eleştirel bakabileceğini ben örneklerden biliyorum, yazarın da
bildiğini düşünüyorum.
Çocukların
ve gençlerin dünyası, büyüklerin dünyasının yansımaları ile dolu. Nasıl
İlayda'nın kendisine bakışı erkeklerin yargılarından kaynaklanıyorsa, daha
gencecikken okuldaki erkek arkadaşına bakışı da büyüklerin beklentilerini
yansıtıyor: Oğuz, basketbolu yalnızca hobi olarak yapıyormuş, aslında makine
mühendisi olacakmış. (Diğer bir deyişle hayta olmayacak, ciddi bir mesleği
olacak.) Asıl gülünç olan, henüz ergenlik çağındaki bir kızın günlüğündeki
saçmalıklar değil, bu yaştaki çocuklardan böyle "ciddi" bir ilişki
bekleyen abuk subuk zihniyet.
Bunun
dışında açık bir ironi içeren alıntılar da yapmışsınız, "Hey Kızlar"
dergisindeki "En yakın arkadaşınız gerçek bir dost mu?" başlıklı test
ile ilgili bölüm gibi.
Anladığım
kadarıyla, "Geveze Prenses'in Yeni Günlüğü", çocuk ve gençlik
edebiyatımızda az rastlanan bir biçimde, İlayda ile açık bir biçimde alay
etmekten ve ona ders vermekten kaçınıyor. Eğer kitabın son bölümünde İlayda,
kendisine değer yargılarının ne kadar saçma olduğunu "öğretecek" bir
kişi ile karşılaşsaydı, sanırım yazar bu tür bir eleştiriye hedef olmazdı.
Ancak bu durum gerçekçi olur muydu? Gerçekçilik bir yana, okur üzerinde etkili
olur muydu? Kuşkuluyum.
İlayda gibi,
okur da, kaçınılmaz bir biçimde, ergenlik dönemini bulunduğu çevrenin koşulları
içinde yaşayarak büyüyecek ve gözlemlerinden kendi sonuçlarını çıkaracak. Oniki
yaşlarındaki bir çocuğun, bu kitaptan İlayda'nın yaşamı ile ilgili bazı
sonuçlar çıkarması için ise, kitabın "sahici" olması, bu çevredeki
çocukların gerçek kaygılarını, gerçekten kullandıkları dil ile ve gerçekten
yapacakları yorumlar ile anlatması zorunlu. Yaptığınız alıntılar da bunun iyi
bir örneği gibi gözüküyor.
Bu siteyi
kurduğunuz için çok, çok teşekkür ederim.
Sevgiler...
Kitedit 25
Aralık 2012 20:38
Biz de,
farklı bir bakış açısından yazımıza yanıt verdiğiniz, yorum yaptığınız için çok
çok teşekkür ederiz. Bu tutumu gerçekten çok önemsiyoruz. Çünkü amacımız
karalama değil, eleştirel eleştiri yoluyla çocuk ve gençlik edebiyatının
gelişimine katkıda bulunmak, sorunları etrafında farklı fikirlerin açıklık
içinde ifade edilebileceği bir tartışma platformu yaratmak.
Bu çerçevede
de yorumunuza ilişkin bir iki noktayı açmak istiyoruz. Yazar kitabının sonunda
İlayda’nın karşısına doğru yolu gösterecek bir kişi çıkarsaydı ya da İlayda
kendiliğinden, öylesine bir bilinç evrilmesi yaşasaydı kitabı büyük ihtimalle
didaktik olarak değerlendirecek ve o yönden (de) eleştirecektik. Bizim
sıkıntımız kitabın didaktik ya da öğretici olmaması değil.
Sayın Aytül
Akal’ın yorumuna yanıt verirken de ifade ettiğimiz gibi kitabın 13-14
yaşlarındaki bir kızın hayatına, dünyasına kapı aralaması ya da onun gibi
yaşayanlara ayna tutması gerekiyordu. Evet İlayda gibi tümüyle tüketim toplumun
etkisinde olan kızlar var. Ama o kızların hayatı da toz pembe değil. İlayda’nın
anne-babası birbirine aşık örnek bir çift, anne de, baba da, abi de, kız kardeş
de toplumsal rollerinden en ufak bir rahatsızlık duymuyorlar. Aile içinde
hiçbir ciddi sorunları yok. Halbuki tüketim toplumun örnek ailelerine ışık
tuttuğumuzda bambaşka bir gerçeklik var orada. Evet o yaşlardaki kızlar popüler
ve havalı olmak için, toplumun onlara dayattığı rollere uymak için
yırtınıyorlar, ama bunu yaparken çok da acı çekiyor, örseleniyor,
kişiliklerinden ödün veriyor, dar sınırlar içinde sıkışıyorlar. Bunların
hiçbiri yansımamış kitaba. Lay lay lom ve yüzeysel derken bunu kastediyoruz.
Genç okur bu kitapta İlayda gibi kızların gerçek hayatlarıyla (sahne arkasıyla)
karşılaşmıyor, gerçek (derindeki) duygularıyla yüzleşmiyor kesinlikle. 25 kere
popüler ve havalı demek ama bunu derken arkasında gizlenen gerçekliği teğet
geçmek var, 25 kere popüler ve havalı demek ama bunu derken arkasında gizlenen
gerçekliği can yakıcı bir şekilde hissettirmek var. Biz kitabı okurken
tanıdığımız onca İlayda’yı göremedik doğrusu. Aynı şekilde tanıdığımız onca
İlayda’nın da bu kitapta kendi gerçekliklerini göremeyeceğini düşünüyoruz. Tam
aksine, bizce bu kitap onlara fazla sorgulamaya değmez, kafana takma, bak hayatın
ne güzel diyor esasında…
Yıldıray 26
Aralık 2012 10:05
Ansızın bir
Nasreddin Hoca havası estirmiş gibi olacağım ama... Yazıyı ilk okuduğumda
Kitedit'in açısından bakabilmiştim. Yorumları okuyunca, meseleye hem Aytül
Hanım'ın hem Aslı Hanım'ın penceresinden de bakabildiğimi fark ettim. Kendi
adıma, bir kitapla ilgili yorum yaparken kendi bakış açımı dayatmamaya özen
göstersem de "yönlendirme" yapmış olma riskinin daim olduğunu
biliyorum. (Elbette bir kitap hakkında yorum yapınca yönlendirme de yapıyorsun
Yıldıray, ne demek istiyorsun?) Demek istediğim şu: Benim yorumum hangi ruh
haliyle, hangi algı açıklığıyla, hangi birikimle, deneyimle yapıldı? Ben hangi
konularda ne kadar açık görüşlü, hangi konularda ne kadar atgözlüklüyüm? Peki
ya benim yazdığım yorumu okuyacak okur? Kitedit zaten söylemiş, yazarın
niyetini bilmiyoruz. Okurun niyetini de bilmiyoruz. Eğer kitapların mutlaka bir
"yarar" sağlaması gerekiyorsa, bence her kitaptan çıkarabileceğimiz
birçok "yarar" vardır. Ne bileyim, sadece okuma alışkanlığının
sürdürülebilirliğine hizmet ediyordur, minicik bir deneyim aktarıyordur vs. Bu
da tamamen bakış açılarıyla, algı açıklığıyla, okuma sırasındaki ruh durumuyla
vs. ilgilidir. Dolayısıyla Aytül Hanım'ın dikkat çektiği noktalar da, Aslı
Hanım'ın yorumları da benim için zihin açıcı. Öte yandan Kitedit'in vurguladığı
nokta önemli ve düşündürücü. Kitedit "Kitabın derinliği yok, düşünsel
atlyapısı yok," diyor diye anlıyorum. Aytül Hanım'ın ve Aslı Hanım'ın
yorumlarını "okurun deneyimine ve okurun algılama, çözümleme, birleştirme
becerilerine güvenmeliyiz," diye anlıyorum. Benim için enfes bir
"Çocuk kitapları eleştirisine giriş 101" dersi oldu, Kitedit'e, Aytül
Hanım'a ve Aslı Hanım'a teşekkür ederim.
Kitedit 26
Aralık 2012 12:47
Bu
tartışmanın böyle boyutlanması ne güzel, ne umut verici. Kitedit’in söylediği
başka bir şey daha var, diyerek biraz daha geliştirelim.
Çünkü sözü
edilen yazı aslında Geveze Prenses’in Yeni Günlüğü kitabının eleştirisinden
ziyade (bu kitap bir prototip olarak örnek gösterildi), son dönemde çocuk ve
gençlik edebiyatında öne çıkan bir eğilimin eleştirisiydi. Madalyonun iki
yüzünden bahsetmiştik. Dinsel paradigmalardan hareket eden kitapları rahatlıkla
bir bütünün parçaları, belli politikaların uzantıları olarak görebiliyorken, madalyonun
diğer yüzünde yer alan kitaplara bütünsel bakmakta zorlanıyoruz. Burada altını
çizmek istediğimiz bir nokta daha var. Geveze Prenses’in Yeni Günlüğü edebi
nitelikler taşıyor olsaydı, Kitedit onu bağımsız bir sanat eseri olarak
değerlendirecek ve o yönden eleştirecekti. Ama kitabın edebi olarak, edebiyat
eleştirisine konu edilemeyecek denli zayıf ve yüzeysel olduğunu düşünüyoruz.
Kitabı çok dikkatli okuduk ve yazarın niyetinden bağımsız olarak, tüketim
toplumun şekillendirdiği gençleri konu etmekten çok, o gençlere rahatlıkla,
lay lay lom tüketebilecekleri okuma malzemesi sunduğu sonucuna vardık. Mikro
düzeyde hiçbir kitabın hiçbir çocuğa tek başına ciddi bir zarar vermeyeceğini
düşündüğümüzü zaten belirtmiştik. Biz de çocukken, gençken bir dizi kitabı böyle
lay lay lom tükettik ve bunun bize zarar bir yana belli katkıları da oldu. Oysa
tartışmak istediğimiz bu işin makro düzeyi. Yani çocuk edebiyatının bir tüketim
nesnesine dönüştürülmesi, içeriğinin de tüketim toplumunun ihtiyaçlarına uygun
hale getirilmesi. Bu eğilimin esas sorumlusu kuşkusuz Geveze Prenses’in Yeni
Günlüğü’nün sayın yazarı Koray Avcı Çakman ya da son derece iyi niyetlerle
hareket ederken benzer kitaplar üretenler değil. Tartışılması gereken bambaşka
şeyler var. Özel okul satışı endeksli yayıncılık gibi… Kız kitaplarının hangi
ihtiyaca denk düşmesi gibi… Çocuk edebiyatının gerçekten edebi özellikler
taşımasının önemi gibi…